PARKE

7 0 0
                                    

- Beni hiç sevmiyor musun?

Ağzından okuduğu son kelimelerdi. Sonrasında ıslak bakışlar, arkaya dönüş ve düşen damlalarla gidiş…

Kapı sesini algılamadan bir an önce kapı arasında azalan ışık nerdeyse tamamen çekilmişti odanın parkesinden.

İnsanlar üzülüyordu ama yanlış şeylere. Seven herkes cevap verirdi bu soruya, evet ya da hayır. Herkes üzülürdü aslında kapının vurulup gidilmesine ama o ona takılmamıştı. Karşısındakinin ağladığına da üzülmedi, kapıyı çarpıp gitmesine de. O sadece kapının arasından azalan ışığa üzüldü. Parkenin karanlık olmasına üzüldü. Kilidin sertçe yuvaya çarpmasına üzüldü.

Olsun. Zaten aşklar hep böyle.

O an onun için en önemli şeyler onlardı. Karşısındakinin hiçbir önemi yoktu onun için, varsa da yok gibi davranmak için kandırmıştı bütün bedenini. Başarmıştı. Söylenecek pek de şey yoktu. Bir erkeği yıkmak hiç bu kadar kolay olmamıştı.

Parkelerin karanlıktan korkacağını düşündü ve hemen lambayı yaktı. Sonra hızlıca parkelere yatıp onlarla konuştu. Sanki küçük bir çocukla konuşurcasına karanlıktan korkup korkmadığını sordu yere. Yerse öyle hareketsizce baktı ona. Ama sanki imalıydı gözleri. Ona bir şeyler söylüyordu ama o hiç oralı değildi. O kendi kafası içindeki uydurduğu parkeleri önemsiyordu, gerçekten orda olanları değil.

Parkelerle insanlar bazen farksız gibi. İkisi de bazen dümdüz olabiliyor. Boş, hissiz, soğuk, altındaki beton olmadan dayanıksız güçsüz bomboş, aynı zamanda kırılgan. Kimse parkenin halini düşünmez üstünden geçerken. En fazla düşüneceği ayağıdır, üşür mü diye. Oysa parke zararsızdır. Parke sevgi doludur. Ama anlayabilene. Parke sana soru sorar, sen de cevaplarsın. Sen parkeye soru sorarsın, o cevaplar. Bu noktaya kavuşunca anlarsın parke de iyidir aslında. Bir fotoğraftır aslında parke de.

Fotoğraf makinesinin açma tuşuna basıldığı an mı daha uzun yoksa göz kırpma mı diye düşündü parkenin üstünde yatarken birden. Karar veremeyince kalktı ve makineyi almak için çekmeceyi açtı. Ama yoktu. Giderken alıp gitmişti giden. “Her giden senden bir şey götürür, bir şeyler.” sözü geldi aklına ve birden kahkaha attı.

Kahkaha, sözlük anlamı “Yüksek sesle gülme”. Gülerken çıkan sese benzediği içinmiş. Bir yansıma kelimesi yani. Gırgır gibi, yeri temizlerken çıkarttığı ses.

Sonrasında gidenin halini hiç merak etmedi. Belki o an düşünmedi ilerde tekrar karşılacaklarını ama karşılaştılar bir gün. Artık her şey unutuldu ve her şey hiçbir şey olmamış gibi diye düşündü. Ama aslında hiçbir şey o kadar basit değildi. Bunu bir tek o anlamamıştı. Hiçbir şey asla unutulmaz. Ne kadar unutulmak istense de unutulmaz. Sadece bir kaç parça gölge düşer üstüne. Belki o gölgelere de başka gölgeler ama en altta duran o “şey” asla unutulmaz, sadece gizlenir orada. Ve görünce birbirini birden bütün gölgeleri yararak dışarı çıkar. Çıktı da. Her ne kadar öyle düşünse de kendisi de fena olmuştu. O an sadece yürümek istemişti ve yürüdü. Karşısındakinin ne olduğunu fark edemedi ama. Karşısındaki gözlerine bile bakamamıştı oysaki. Korkmuştu göz göze gelmekten, bir daha gözlerini çekemez diye, belki kızar diye, belki sorar diye, belki ağlar diye, belki aşkına aşk katar diye. Ama o bunların farkında bile değildi. Oysa o da korkmuştu en başta. Sonra kendini şartladı ve kalbini bir parke haline getirdi. Ama iyi parkelerden değil, kötülerden. Hissiz, duygusuz, boş.

- Bari şimdi söyle…

SAÇMA HİKAYELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin