"Belki de... utançların en büyüğü... insanın kendisine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır."Gözlüklerimi düzelttikten sonra tüm bedenimi ele geçiren sözcükleri aklımda tutmamaya, sadece zaman öldürmek için elime aldığım kitaba bir anlam yüklememeye çalışmak zordu. Gerçeği kendinizde bulduğunuz, yaşantınızdan alıntılar yapmış bir şeyle karşılaştığınızda ona takılmamanız imkansız gibidir, en azından benim için öyleydi. Liseden beri yanlış şeyler yapmaktan geri kalmamış ve her seferinde karşımda bir ayna bulduğumda, utanç dolmuştum.
Bu aptalca şeyleri küçüklüğüme vermek istiyordum ama değişmemiştim. Tehlikeli bir aklım vardı ve onunla savaşa girdiğimde, bana karşı nazik davranmıyordu. Bu yüzden de vazgeçmiştim. Olduğum kişiyi kabulleneli birkaç yıl geçip gitmişti, ben buradaydım. İşin sonunun böyle olacağını bildiğimden yapmıştım belki de, kendimle barışmıştım.
Başımı iki yana salladım, düşüncelerim arasında kaybolmayı kesmeye çalıştıktan sonra kahve bardağımı dudaklarıma götürürken, kapıdan gelen sesle durdum ve kaşlarımı kaldırdım. Haftalar sonra eve gelmeyi akıl eden bu kişinin kim olduğunu biliyordum ama bir şey yapmayacaktım çünkü af dilemek için gelmemişti, ona bir sürpriz yapmak yerine sadece bekleyecektim.
Evin ışığı yanan tek yeri burasıydı, mutfağı. Küçük ama sevimli, bizim aksimize sıcacık bir yerdi burası. "Merhaba." Beni gördüğünü hissettiğimde, bir şey söylemeden öylece geçip gideceğini biliyordum. "Yoksa bir merhaba bile demeyecek misin, Jae?" Kıkırdadığımda uzun, gri ve kareli, ona dar olan paltosunun kapladığı omuzlarına baktım. Kasılmışlardı.
Sebebi sinir miydi yoksa başka bir şey mi bilmiyordum, bilmekte istemiyordum.
"Bunu neden yapayım?" Başını omzu üzerinden bana çevirip öylece süzdüğünde ayracımı kitabımın arasına koydum ve ayaklandım. "Çünkü ben senin eşinim, eve gelmemene bir şey demiyorken küçük bir merhaba istedim diye kızmayacaksın, değil mi?" Ellerimi pantolonumun arka ceplerine soktuktan sonra yavaş adımlarla ona yürüdüm.
Merdivenin ilk basamağındaydı, ben ise onun tam aşağısında. Karşı karşıyaydık ve vücudunu tamamen bana dönmüşken gözlerini kısmıştı. "Young, artık oynamıyorum." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ne yazık, bense şimdi oynamaya karar verdim." Tek omzumu duvara yasladıktan sonra dilimle yanağımı şişirdim. Tepkimi ölçmeye çalıştığının farkındaydım ama bunu yapmasına izin vermeyecektim.
"Doyeon ile eğlendin mi?" Dudaklarında bir gülümseme oluştuğunda hayretle onu izliyordum. "Tabi ya. Doyeon." Tek elini saçlarıma götürüp onları okşamaya başladığında boynumu sağa eğip hafifçe kıtlatmıştım. "Hatırlattığın iyi oldu yoksa randevuma geç kalacaktım." Gözlerime son kez bakıp arkasına döndüğünde bileğini kavramam çok geç olmamıştı. "Jaehyun." Dedim dişlerim arasından, beni denemek istemesi kötü sonuçlanacaktı ve o bile bile böyle davranıyordu.
Tekrar bana döndüğünde dudaklarımı ıslattım. Kullanmam gereken kelimeleri iyi seçmeli, doğru zamanlarda kullanmalıydım. "Bunu artık yapmayacaksın." Temasımdan kaçınmasıyla seslice güldüğümde tekrarladım. "Bunu artık yapmayacaksın çünkü bitti. Neredeyse bir aydır her gün onunlasın ve artık bana olan sinirin bitmiş olmalı aksi halde ben... ben sinirleneceğim." Gözlerine baktıktan sonra fısıldadım. "Ve bu iyi bitmeyecek, aşkım."
Tek adımla aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdiğinde gülümseyip ellerimi göğsüne koydum. "Kim Young." Dedi, kısık ve kalın sesiyle. "Seninle bir savaş içerisine girmeyeceğim çünkü birbirimize baktığımızda aşılamayacak hatalar yaptığımızı görüyoruz. Bununla yaşamaya çalışmaktan sıkıldım." Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde gülüyordu. "Senden özür diledim. Yıllar öncesinde anneni dinleseydim ve arkadaşlarımı senden kurtarabilseydim, belki böyle olmazdı ama ne demiştin sen..." Düşünüyor gibi yaptıktan sonra baş parmağını orta parmağının üstüne getirdi ve bir ses çıkardı. "Kalp istediğini ister, beni suçlama."
Bir süre sözlerini hazmetmeye çalıştığımda dolu gözlerim beni kendime getirmişti, ne olursa olsun, ne kadar incinirsem incineyim böyle gitmesine; böyle ona gitmesine izin vermezdim.
"Peki ben ne kadar özür dilemeliyim?" Kıyafetlerini bavula yerleştirirken alayla güldü. "Zamanında sana değilde bir başkasına aşık olduğum için, özür dilerim. Seni değil onu seçmek istediğim için özür dilerim, Jung Jaehyun. Ama eğer bunların hepsi gerçek olsaydı, bir yolunu bulur ve zaten yapardım." Koluna sarıldığımda hareketleri duraksamıştı. "Beni tanıyorsun."
Nefesleri derinleştiğinde bir şey demesini istiyordum ama bizi kurtaracak, hayata döndürecek ve tekrar birlikte olmamızı sağlayacak kelimeler kullanmasını diliyordum. Bunu istiyordum ama o istemiyordu.
"Doğru," Kıkırdadığında gözlerindeki o eski ışık yoktu. "Seni tanıyorum ve bu yüzden seni bırakıyorum." Omzumu patpatladı.
"Zamanında Taeyong ile yarışa girmemeliydim çünkü senin kimi seçtiğin hep belliydi," Hafifçe gülümsedi ama bu çaresizliğin simgesi gibiydi. "Aşık olduğun kişi için seni suçlayamam ama unutma, sen de beni suçlayamazsın. Eğer bir seçim şansım olsaydı bu sen olmazdın, Young." Yanağımı bir süre okşadıktan sonra gitmek için hareketlendi ve kapıdan çıkacakken bana döndü.
"Teşekkür ederim, dayanmaya çalıştığın için."
**
abi bir şey diyebilir miyim
ben hangisini suçlu bulduğumu bilemediğim için yazarken böyle oluyor
neyse hakalım yorumlarınız ne olcakdhwkdlepdk
SIZI SEVIYOM
ŞİMDİ OKUDUĞUN
always but not forever || jung jaehyun
Fanficçünkü burada yıkılan tek şey evliliğimiz değildi. bendim. benim hayallerimdi. ~nctjae