Sevinçler geçmişinde büyük pişmanlıklar taşır derdi babam, bunu büyüdüğümde anlamıştım. Konser, Minseok'un benimle arkadaş olması ve onunla takılıp daha fazla insanın adımı öğrenmesinin ardında yaşadığım o bulutlu günler yerini güneşe bırakmıştı. Tuhaf bir şekilde Tanrı beni fark etmiş ve önüme koyduğu engelleri bir bir kaldırıp mutlu olmam için zemin hazırlamış gibiydi ve ben bunu barda kavgaya karışarak pişmanlığa dönüştürmüştüm. Ne olursa olsun kavgaya karışmamam gerekiyordu ki bunu anlamama neden olan şey midemin hemen üstünde hissettiğim karıncalanma ve hemen ardından gelen acıydı. Hatırlayabildiğim sadece buydu; Minseok bir kavga çıkartmıştı ve ben bıçaklanmıştım ama hatırlamadığım şey ise şu an içinde olduğum yerdi. Odam bu kadar büyük ve sıcak değildi, duvarımda kocaman bir geyik kafası ve odamın ortasında duran bir soba yoktu. Bana ait olmadığını anladığım kazağı kaldırıp bıçaklandığım yere bakmak için başımı eğdim. Sadece bir yaraydı ama bütün vücudum sanki dövülmüşüm gibi ağrıyordu. Belki de dayak yemişimdir bilincim kapandığında ne halde olduğumu bile bilmiyordum ki ve burasının neresi olduğunu ya da buraya nasıl geldiğimi bilmediğim gibi. Sarımtırak sargı bezini ve onun hemen altından belli olan kesiği fark etmem çok zamanımı almamıştı. Kalbimin ritmi bir tık arttığında dolu gözlerimi yaramın üzerinden çekip odanın içinde gezdirdim. Tanrı'nın bana sunduğu mutluluk sadece dört gün sürmüştü ve ben bu dört gün için minnettar olmakta geç kalmıştım.
Loş ışıkla birlikte düşüncelerim sakinleşmiş ve soruları kendi köşelerine çekerek rahat bir nefes almama yardımcı olmuşulardı. Buraya nasıl geldiğimle ilgili düşünmeye odaklandığımda zihnim bu soruya oldukça boş ve anlamsız bir yanıt vermişti. Kaçırılmış olma ihtimali üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştım ki arkamda duyduğum sesle olduğum yerde zıpladım. İki adam içeri girdiğinde görünüşlerini ve mimiklerini incelemeye başlamıştım ama bu uzun olan adamın bana bakmasıyla son bulmuştu. Birinin gözlerine doğrudan bakamama gibi bir hastalığım vardı ve bu hastalığım başlangıcındaki etken annemdi. Ona her baktığımda çirkin gözlerimi yerde tutmamı gerektiğini söylerdi eğer yapmazsam beni azarlar ve canımı yakardı.
Bir öksürük sesiyle kendime geldim ve kırıntılar halinde kalan cesaretimi toparlamaya çalıştım. Konuşmamamı söyleyen, çok gürültücü olduğum için beni cezalandıran, konuşmamı istemedikleri takdirde susmam gerektiğini öğreten annemi ve üvey babamı dinleyerek benliğimi silikleştirmeye çalıştım. Tıpkı dün akşam olduğu gibi sessiz kalıp Minseok'a yardım etmek için kalkmadan önce uygulamam gereken davranış gibi.
"Uyanmışsın." Oldukça tiz bir ses tonu kulağıma dolduğunda bunun bir cevabı olabileceğini düşünerek başımı salladım. Yeri izlemeye devam ederken uzattığım bacaklarımı kendime çektim, bunu yaptığım anda yaralı olan karnım acısını belli etmiş ve ayaklarımı tekrar uzatmıştım. "Rahat değil misin? Daha büyük bir yatak ister misin?"
Soruyla şaşkına uğrasam bile bu kadarının bile benim için fazla olduğunu söylemek istedim. Başımı tekrar iki yana salladım. "Teşekkür ederim, daha büyüğüne ihtiyacım yok."
"Çekinmene gerek yok Sehun, burada rahat olabilirsin. Ben Junmyeon ve bu da oğlum Wufan. Beş gündür burada yatıyorsun, eşyalarını getirdik. Bunlar seni bulduğumuzda üzerinde olanlardı."
Uzun olan adam elinde tuttuğu kıyafetlerimi bana getirirken ona sadece iki saniye boyunca bakmıştım. Benden daha uzun görünüyordu ve vücudu sanki yıllarca spor salonuna gitmiş gibi sağlıklı ve güçlü görünüyordu. Saçları koyu kahverengiydi ve alnına dökülecek kadar uzundu. Loş ışıkta gördüğüm gözleri siyahtı ama üvey babamın gözleri gibi nefret dolu bakmamıştı bana. Ayak ucuma bırakılan kıyafetlerime ardından onların üzerinde duran cüzdanıma ve telefonuma baktım. Tamam buradan anladığıma göre kaçırılmamıştım yoksa isimlerini söylemez ve telefonumu bana gönül rahatlığıyla bana vermezlerdi. Sonunda tüm cesaretimi toplayıp karşımda duran adamlara bakabildiğimde annemin söylediği gibi çirkinsin kelimesi zihnimin derinliklerinde yankılanmıştı. Konuşanın o olduğunu düşündüğüm adam diğerinden daha kısa ve çelimsiz duruyordu. Alnında ve gülümseyen dudaklarının çevresindeki kırışıklıklar ne yazık ki onu yaşlı göstermiyordu. Saçları siyah ve teni beyazdı, o kadar beyazdı ki güneş görmemiş tenimin yanında onunki parıldıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra yutkundum birbirimizi sessizce izleme işi tuhaf gelmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HIRAETH / SEKAI
WerewolfSehun nefret kelimesinin insan hali olduğunu zannediyordu. Jongin insan bedeninde nefreti bolca barındıran bir alfaydı. Şiddet içerir!