°Kasaba

12.9K 439 330
                                    

Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye
Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden:
Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,
Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden.
Gönlüm bildirir senin orada yattığını
Öyle bir hücredeki giremez billur gözler;
Gözüm inkara kalkar gönlün anlattığını,
Güzel yüzünün ona sığındığını söyler.
Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır
Düşünceler kurulu:soruşturur hakçası
Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır
Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası:
Senin dış güzelliğin olur gözümün payı,
Gönlüm kazanır aşkın gönlündeki dünyayı.

-W.Shakespeare Sone 46 – Çeviri: Talat Sait Halman

***

Penceresinden izlediği telaşsız kasaba caddesi, gözbağı ile mugglelardan gizlenmiş, yeni bir sabaha hazırlanan esnaf büyücü ve cadılar ile hareketlenmeye başlamışken, diğer tarafta her şeyden habersiz iş adamları ve kadınları evlerinden çıkıp arabalarına koşuyorlardı. Elindeki kupasında dumanı tüten çayını yudumladı sakince, yine uykunun tutmadığı başka bir gecenin bitişini, göğün nasıl renk değiştirdiğini, günün nasıl aydınlandığını izledi. Tanın ağarmasında büyülü bir gizem vardı. Harry'ye karanlığın ve aydınlığın nasıl her gün bıkmadan usanmadan birbirlerine yenildiklerini gösterirken, bir yandan da romantik bir çekişmeyi anımsatıyordu.

O gün evden çıkmaya karar verdi. Ron ve Hermione, kısa bir aile ziyareti için Granger ailesinin yanına, Avustralya'ya yola çıkmadan önce, pimpirikli cadı ona eve kapanmayacağına dair söz verdirmişti. Harry, dönüp dairesine baktı. İki dev armut koltuk, Ortak Salon'da şömine karşısında yıllarını geçirdikleri koltuğun bir replikası üçlü, alçak bir orta sehpa, Ron'un ısrarıyla edindiği oyun konsolunun en son haliyle yerde duran elcikleri küçük sıcak salonu dolduruyordu. Boydan boya uzanan pencerelerinin yanına yerleştirdiği iki saksıdaki unutmabeniler, Neville'in evine yaptığı en güzel hoşluktu. Duvarlarını süsleyen fotoğrafları, Luna'nın eski odasında yaptığı gibi "Arkadaşlar, aile" yazısı ile yaptığı altın bir sicimle birbirine bağlıydı.

Sol tarafında kalan, çift kapı genişliğindeki kemerli eşikten, Luna'nın dolap kapaklarına işlediği desenlerin büyülü kıpırtısını görebiliyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sol tarafında kalan, çift kapı genişliğindeki kemerli eşikten, Luna'nın dolap kapaklarına işlediği desenlerin büyülü kıpırtısını görebiliyordu. Sağ tarafta, tek kişilik kemerli bir geçit ise banyoya ve kendi odasına giden dikdörtgen koridoru süsleyen, Minerva'nın hediyesi, tabloyu özlemle süzdü. Kullanmamıştı şimdiye kadar ama, tablo, savaştan sonra Hogwarts'ın kendisine sunduğu bir dost eli gibi, kendisine açılan bir patika olmuştu. Bir pazar sabahı, Flitwick'i yatak odasının kapısının önünde beklemediği için zavallı adama takılıp düşmesiyle öğrenmişti bu gizli geçidin varlığını. Ki, profesör de kendisi kadar şaşkındı, haliyle.

Arada hala yoklayan kabuslar, gelmek bilmeyen uyku, sebebi belirsiz sinir atakları vardı. Ama, savaştan sonraki ilk günlere nazaran çok daha iyiydi. Zihin Terapisti'ne gitmeye ikna olması uzun zaman almasaydı, belki bu mertebeye daha erken ulaşırdı. Çayını bitirip, unutmabenileri suladı. Ted ve Andromeda'dan gelen davet mektubuna cevap yazıp, Hedwina'ya dikkatle bağlayıp yolladı. Hedwig, ölmeden önce, Hogwarts'ta bir bayağı puhu ile çiftleşmişti anlaşılan, yavrularını savaştan sonra Hagrid keşfetmiş, elleriyle büyütüp beslemiş, on dokuzuncu yaş gününde Harry'yi çocuk gibi ağlatarak ona Hedwina'yı vermişti. Annesine ait özellikler kadar, babasından aldığına inandığı özelliklere de sahipti. Mesela hoşlanmadığı bir şeye karşı gagalamak yerine pençe atmayı tercih ettiğini, başını okşamasına izin verecek kadar güvenini kazanana kadar, acı deneyimlerle öğrenmişti Harry.

Evden çıkıp, tüm hızıyla gündüz mücadelesine başlayan kasabanın caddesine attı kendini. Onun varlığına alışan kasaba halkına nazik selamlar verip aldı ve ezbere bildiği dükkanların vitrinlerine bakarak, son durağı olan, oradaki tek kitap dükkanına vardı.

***

Bir kaç gün sonra, Andromeda'nın eline tutuşturduğu paketlerle kasabanın bariyerleri dışına cisimlendiğinde vakit akşamdı. Dükkanların kapanma hazırlığı sırasında birbirleri ile şakalaşan büyücülerin, cadıların arasından gülümseyerek evine ilerledi Harry.

"Hey hey! Tuts, sakin ol."

Harry, çiçekçinin manava karşı serzenişine kulak kabarttı istemeden.

"Olamıyorum, ona öyle davranmamalıydım, kendimi kötü hissediyorum."

"O z'man bir daha ki görüşünde özür dilersin, ona şu muhteşem incirlerinden hediy'edersin, t'mam?"

"İyi fikir."

Harry merakına rağmen sessiz kalmaya karar verdi. Her ikisine de iyi akşamlar dileyip evine girdi. Paketlerdeki durumu büyü ile stabilize edilmiş ev yemeklerini, tatlıları, kurabiye ve börekleri tezgahına dizip, kendini hemen banyoya attı. Ted'le tüm gün bahçede oynadıktan sonra buna fazlasıyla ihtiyacı vardı doğrusu. Yüzünde bir gülümsemeyle yatağına girdiğinde, bir kaç gündür uğramayan uykuya hasretle sarındı.

Ertesi gün, öğlene doğru, uyku ihtiyacını bonkörce karşılamış ve dinç olarak uyandı. Travma sonrası stres bozukluğunun en kötü yanı sürekli tetikte, sürekli yorgun, sürekli sinirli ve her an atak geçirebilme tehlikesiydi. Akademiden atılmasından sonra, Hermione'nin ısrarıyla tedavi görmeye başladığından beri, kaderi sandığı seherbazlığın aslında onu dibe çekeceğini anlamış, hatta atılmasının ardından Bakanlık ellerini onun üzerinden çektiği için minnet duyar hale gelmişti. Şimdi böyle dinç ve yaşının adamı olarak uyandığı sabahlar arttıkça, huzurun kapısını araladığına inanıyordu. Berbat durumdaydı, çoğu zaman yataktan çıkası bile gelmiyordu ama bugün, dışarı çıkıp kasaba halkıyla dedikodu yapmak için harikaydı. Pas geçmeyecekti, ayrıca Hermione döndüğünde sorduğu sorulara da cevap verebilmeliydi.

Dışarı çıkıp, herkese selam verirken kulağına çalınan bazı dedikodulardan ve ona anlatırlarken dolambaçlı yolları seçmelerinden dolayı Harry'nin kafası oldukça karışıktı. Küçük bistro kafede çayını yudumlarken hala sohbetlerin garipliği hakkında düşünüyordu. Kimse doğrudan yüzüne bakamadığı gibi, nedense söylediklerinde bir şeyleri atlıyorlarmış gibi hissediyordu. Çayını bitirip ödemesini yaptıktan sonra, kasabanın etrafındaki çiçek ve meyve tarhlarına kadar yürüdü. Geri dönme vakti olduğuna karar verdiği sırada gün batmaya dönmüştü bile.

Meşgul kasaba caddesinden klasik selamlaşmalarını yaparak evine yürüdüğü sırada, gözünün kenarına takılan bir parıltı bakışlarını kendine çekti. Draco Malfoy, dimdik, asilzade havasıyla karşı yönden, yolun biraz daha sağından ilerliyordu. Yanında hoplayıp duran bir evcini, gözlerini ondan ayırmaksızın eşlik ederken Harry, şaşkınlığına rağmen yetişkin genç bir büyücü olgunluğuyla ona bir baş selamı verdi.

Fakat, Draco sanki Harry hiç yokmuş, onun varlığından bile haberdar değilmiş edasıyla yanından dümdüz geçip gittiğinde, arkasından bakarken neye sinirleneceğine karar veremedi bile.
Hala daha katlanılamaz egosunu terk etmemiş olmasına mı?

Tarih olmuş çocukça bir düşmanlıktan hala vazgeçmemiş olmasına mı?

Mahkemeden sonra ona teşekkür eden, gözlerinin içine tevazu ile bakarak, teşekkürü kabul ederken kendisini bile utandıran adamın, yıllardan sonra ilk karşılaşmalarındaki bu saygısızlığına mı?

Yoksa, utanmadan dışarıda bile rahatlıkla evcini ile gezebilmesine mi?

Bu düşüncelerle beraber eski hatıraların üstü kazınır, savaşa dair anılar su yüzüne çıkmaya meylederken Harry ani bir kararla eve gitmektense, hızla bariyer dışına ilerleyip Kovuk'a buharlaştı.

***
Yine geldim, eheueue.

Gidiyom.
Bb✌️

Gözün Laneti (Drarry) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin