15 | Consciousness

932 84 7
                                    

Ne kadar çok sevebilirdi ki bir insan? Veya ne kadar çok sevdirebildi kendini? O, çok sevmişti.

Bir meleğin tanrısına duyduğu sevgi bile, hoseok'un yoon'a duyduğu sevginin yanında gözle dahi görülemezdi.

İçinden çıkmaya çalıştığı cehenneminin tam ortasına, cennet yaratıvermişti kısa bir sürede. Aylardır aşık olduğu erkeğin el çizgilerini bile ezberlemiş, her defasında daha çok kenetlenmişti.

Onunla hissetmeyi öğrenmişti. Teni, sevişmeyi, öpüşmeyi, ruhu.. Ilklerini ona yaşatan ilk adama aşıktı o. Uzaysız bir yıldız, denizsiz bir balık nasıl varolmaz ise hoseok'da yoon'suz olamazdı asla.

Bu onun kitabında yazılmamış bir kural olacaktı. Ve bu kural ne zihninden ne de kalbinden çıkmayacaktı.

Elini yoon'un yumuşak saçlarında gezdirdi biraz daha. Saatlerdir izlediği bu tanrıdan bıkmamıştı. Dokunulduğunu anlayan yoongi irkildi.

"Hoseok-sshi. Korkuttun beni"

Huysuzca gözlerini tekrar kapatırken konuşmuştu beyaz olan.

"Korkma beyaz tenlim. Buradayım." Dudaklarını sarı saçlara bastırdı siyahlı. Mayhoş eden o daha derinden çekti kendince.

Yoongi kafasını kaldırmaya yeltendi ama kaldıramadı. Başının ağrısı tüm vücudunu sarmıştı birden. Hoseok kafasını tekrar yastığa koyan beyazı anlamış, koşarak ilaç getirmeye gitmişti.

Yoongi'nin düne dair aklında kalan şey sadece içmek istediğiydi. Kafasını dağıtacak, hoseok'a beklediğinden daha farklı şeyler anlatacaktı.

Ama bunu yapamadı. Onu kaybetmek en büyük korkusu olmuşken, ellerinden kayıp gitmesini izleyemezdi.

Onu, onun da tahmin ettiğinden daha fazla seviyordu yoon. Herşeyini ona adamıştı birden bire. Bilmediği bi şarkının diline dolanması gibiydi.

Ona olan hislerini hiçbir kaba sığdıramıyor, sadece her gün yanında duran cennetini izliyordu. Bunu yaparken mutluydu. Ve bırakmaya da hiç niyeti yok gibiydi.

"Kalk ve ilacını iç yoongi" sonuna doğru sinirli çıkan sesten biraz da olsa tırsmış, kafasını zorlada olsa kaldırmış ve ilacı hoseok'un elinden içmişti.

Elindeki su bardağından son yudumunu aldıktan sonra yatağın yanındaki küçük masaya bırakmış, yavaşça geri yerine almıştı. Şuan hoseok ile göz göze ve dip dibelerdi.

Ve ona oldukça korkutucu bakıyordu. Bunun sebebini tabii ki biliyordu ama şuan en mantıklı şey mala yatmaktı.

"Sana az iç dediğimde dinlemeliydin yoongi." Beyaz olan kafasını evet anlamında sallamış, babacığının sözünü dinlemediği için kendine kızmıştı.

"Haklısın hoseok. A-ama üzgünüm bilmeliydim kendimi. Sana da zorluk çıkarttım sanırım. Özür dilerim." Sonlara doğru ağlamaklı çıkan sesini kullanması en güzel savunma olacaktı.

"Ah yoongi, özür dilemeyi kes. Ve sen bana zorluk çıkarmıyorsun anla bunu."

"Sanırım biliyorum babacık. Ama söz veriyorum bir daha böyle bir şey olmayacak. Seni dinlemem gerekirdi. Biliyorum, yine yine ve tekrardan bunu söyledigim için bana kızacaksın ama özür dilerim."

Kafasını biraz daha eğdi beyaz olana doğru. Gözü gözündeydi birkaç saniyeliğine. Ama bunu bozması gerekiyordu. Kural buydu.

"Eğer bana söyleyecek başka bir şeyin yoksa öpüşelim. Çünkü dayanamıyorum."

Son sözü bu olmuştu siyah olanın. Beyaz olanın dudaklarına bırakmıştı kendi dudaklarını. Her seferinde daha sert öpüyor, aşkı en derinden tadıyordu bir kaç dakikalığına.

Aşkını bu kadar yakından almak ona en iyisi gibi geliyordu bazen. Onu öpmesi bile içinde kıyametler yaratıyordu hâlâ. Yanında iken bile özlüyordu onu, en derinden, şuursuzca.

O gün de öyle olmuştu. Yine kendini beyazlının kırmızı ve şişmiş dudaklarından alamamış, hayatının seyrini değiştirecek e-mail'den habersiz kalmıştı.

Say what you want | sopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin