ご • The poisonous love owner cursed light

842 80 14
                                    

Melek

Varolduğumda küçük bir ışıktım.

Hâlâ hatırlarım o günü. Milyonlarca asır geçmesine rağmen hâlâ nasıl hissettiğimi, neler dediğimi ezbere bilirim. Çünkü unutamam.

Bir hiç iken nasıl herkes gibi olduğumu unutamam.

Hiçlikten yeniden varolmuş bedenimde doğduğumda hissettiklerimi bundan bir milyon yıl geçse de unutamam.

Nasıl unutulabilirdim ki ?

Varoluş amacı, görevini tamamladıktan sonra yok oluşa doğru yol kat edecek olan bir hiçtim ben. Asla bir ailesi olamayacak, arkadaşları ile mutlu bir anıda kürek çekemeyecek, varolmuş bir yüreğe aşık olamayacak yabancı bir varlıktım.

O ana kadar.

Hiçliğin ilk bedeni olan ben, yok oluşta bir günah işlemiştim.
Duygu ve düşüncemin olmaması gereken bir hiçin aslında bir hiç olmadığını göstermek istemiştim.

Bir ışık olarak varoldum. Fakat soğuğu hissetmek istedim. Buz gibi bir suyun üzerinde uçup, okyanusun sesini dinlemeyi diledim. Sevgiyi aradım.

Ah, hayır günahım bu değildi.

Benim ilk günahkar olmamın sebebi okyanusun derinliklerinde kol gezen gezgini arkadaş gördüğüm içindi. Benim günah işlemenin sebebi o gezgini dinlememdi.

Fakat Tanrı bana asla günahkar demedi. Çünkü Tanrı en yakın kulunun baş kaldıracağına inanmamıştı. İnanmadığı için de engel olmamıştı.

Tanrı beni ilk günahkâr olarak ilan etmemişti. Çünkü Şeytan, Tanrıya daha baş kaldırmamıştı.

Çünkü kimse, ama hiç kimse, Şeytanın, Tanrı'nın bu oyununa dahil olacağını bilememişti.

"Şimdi daha iyisinizdir, umarım ?" Cennetin genel müdürü Ylåus, önümde hafifçe eğilerek selam verdiğinde ona gülümsedim.

"Kesinlikle daha iyiyim Ylåus, merak ettiğin için sağol." Birlikte beyaz koridorlarda yavaşça yürümeye başlamışken sözlerime devam ettim. "Ayrıyeten bu durumumu kimseye söylememiş olduğun için teşekkür ederim. Eğer yayılsaydı bir de dedikodularla uğraşamazdım. Gerçekten çok teşekkürler sana borçlandım."

Ylåus hızlıca kafasını sağa sola sallayıp önümde saygıyla eğildi. "Teşekkür etmenize bile gerek yok saygıdeğer Baş Meleğimiz. Bunu bir borç olsun diye yapmadım. Hem zaten Tanrı beni bizzat tembihlemişti. Yapmam zorunluluğa da dayanıyordu." Sol kolumla Ylåus'un omzunu sıvazlarken bir iç çektim.

"Tanrı bana kızmış olmalı. Şu sıralar hiç de iyi değilim sonuçta. Düşmem yakındır." Ylåus koridorları inletecek bir şekilde iç çektikten sonra hızla bağırdı.

"Hayır, asla. Baş Meleğim, sakın böyle düşünmeyin. Tanrının en sevdiği kulu sizsiniz. Nasıl sizi düşürebilir ?" Omuzlarımı bilinmezliğin verdiği ağırlıkla kaldırıp indirdiğinde bir kaç santim daha kısalmıştım. Yüklerim sanki daha fazla olmuş gibiydi.

"Ylåus, burada olmanın sebebi Tanrının beni çağırması, değil mi ?" Ylåus yavaşça başıyla beni onaylarken iyice kafamı eğdim ve yok olmak istedim. "Ben tek başıma giderim Ylåus, tekrardan teşekkürler. Görevin nurla dolsun."

Ylåus aldığı iyilik duası ile saygıyla son kez eğilip gülümsedi. "Varlığınız bize daim bir huzur olsun." Sonra da yavaşça uzaklaşmıştı.

Tanrıya bir şükran borcum vardı benim. Milyonlarca asır önceden, ilk yaradılıştan beri süregelmiş bir borçtu bu.

Tanrı beni yok edebilirdi. Hiç var olmamışım gibi etraftan silebilirdi. Hatta ve hatta, daha iyisini yaratabilirdi. Ama o bana bir şans vermişti.Çok büyük bir şans.

Bir beden vermişti bana. Tamamıyla bir insana benzeyen eşsiz güzellikte bir beden.
Üstüne üstlük gezip, görebileceğim bir de iş vermişti. Beni sağ yanına almış, istediğim her şeyi önüme sunmuştu.

İlk kelimem, ''Hissedebiliyorum.'' olmuştu. Çünkü, ellerimden güç alıp ayağa kalkarken beyaz mermerin soğukluğunu hissetmiştim.
Bedenime alışırken Tanrının yanında nasıl minnettar olduğumu hissetmiştim.

Benim ilk kelimem, ilk dileğimin gerçekleşmesiyle oluşmuştu.

Adımlarımı atarken o duyguyu hatırladım. Kalp atışına benzer bir sızının tam sol yanımda oluşunu. Ellerim istemsizce tekrar o sol yanı buldu. Ama şuan bomboştu. Her zaman olduğu gibi hiç bir şey yoktu.

Yuta'nın yanındayken oysa ne de güçlü bir çarpıntı hissetmiştim. O kadar paniklemiştim ki, o çarpıntı büyük bir hale gelmiş, beni bayıltacak kadar güçlenmişti. Ne kadar insan bedenine sahip olsam da, asla bende olamayacak bir şeydi kalp.

İlk günümde dahi söylemişti bana Tanrı.

''Bir insana benzeyebilirsin ama insan değilsin. Düşüncelerin, fikirlerin olabilir ama duyguların olamaz. Hisleri tadabilirsin ama sevecek gücün olamaz.'' Aynanın karşısında dikilirken ellerini omuzlarıma koymuş bana gülümsemişti. ''Bu yüzden Baş Meleklerin sol yanı boştur. Orada kalp yoktur. Çünkü eğer olursa, ya onu paylaşır kendini öldürürsün yada oraya birisini alır, onu öldürürsün.''

''Neden ? Neden biri ölmek zorunda ki ?'' demiştim titrek sesimle.

O ise, ''Çünkü aşk zehirlidir." demişti. "Panzehiri yoktur.''

Benim kalbim yoktu.
Bu yüzden duygularım da yoktu. Çünkü melekler hassas yaratıklardı. Duygular onları öldürebilirdi. Canını acıtabilirdi.

Bilirdim bunu.

Sol yanım boştu. Hep boş kalacaktı. Ama peki ya, Yuta'nın yanındayken ne idi o hissettiğim ? Ne idi beni öldürecek derece de güçlü acı ?

Beyaz kapılar kendiliğinden açılırken önümde nurlar içerisinde bir taht belirdi, tahtın üzerinde de oturan Yüce Tanrı.

''Yüce Tanrım.'' Dizlerim üzerinde eğilip kalkarken kafam hala eğik, yere bakıyordum.

''Bende seni bekliyordum.'' Tanrının komutuyla beraber yüzümü kaldırırken bana hoş bir şekilde gülümsedi ve devam etti.

''Evine hoşgeldin Sue.''

Biliyor musun, Yuta ?
Nilüfer çiçekleri yeniden doğuşu temsil ederler.
Fakat asıl, kaskatı kesilmiş kalplerde açan güneşi taşırlardı benliklerinde.

Güneşin olmayı çok isterdim.

Takane no hana | YutaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin