Komutan Park'ın fotoğrafını koydum bu bölüme...
Yeni doğan prensimle beraber sarayın dışında kalıyorduk. 1 haftadır kendimi çok rahat hissediyordum. Çünkü sarayda değildim ve o sıkıcı kurallara uymam gerekmiyordu. Bebeğimle kendim ilgileniyordum. Prensimi çok özlüyordum. Saraydaki işleri nedeniyle yanıma gelemiyordu. Hala beni zehirlemeye çalışanları arıyordu. Uykumdan yeni uyanmıştım. Yatağımda tavanı izliyordum. Kahyam kucağında küçük prensimle içeri girdi. Hemen yatağımda doğruldum. Oğlumu kollarımın arasına alıp kokladım.
"Majesteleri küçük prens acıkmış gibi"
"Öyle mi diyorsun? Süt annesi gelmedi mi daha"
"Hayır gelmedi Prensesim"
"Öyleyse ben emzircem"
"Ama bu saray kurallarına aykırı"
Bebeğimi emzirirken hiç dinlemedim kahyamı. Galiba ben emzirmemi bitirene kadar konuştu. Bebeğimin karnı doyunca uyuyakalmıştı kollarımda. Bebeğimi öptüm kokladım. Zaman durdu sanki o anda...
---------------------------------------------------------------------------
Onu izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Kapımdan gelen seslerle bebeğimi önümde mimbere yatırdım. Parmak uçlarımda yürüyerek dışarı çıktım. Kapıda gördüğüm asker önümde eğildi. Arkasında benim tahtırevanım duruyordu.
"Majesteleri"
Tüm askerler önümde eğildi. Başlarındaki kumandan konuşmaya başladı.
"Majesteleri kralımız saraya dönmenizi emretti, size biz eşlik edeceğiz lütfen emire itaat ediniz"
"Tamam biraz bekleyin hazırlanayım"
"Emredersiniz Veliaht Prensesim"
Kahyam hemen saray kıyafetlerimi getirdi. Üzerime giyindim. Tokamı takarken bebeğim uyanmıştı. Kahyam bebeğimi kucağına aldı.
"Onu bana ver benim kucağımda dönecek saraya"
"Emredersiniz majesteleri buyrun"
Bebeğimi kucağıma aldım. Kapıya çıktığımızda tahtırevanı önüme getirdiler. Bebeğimle beraber bindim. Yavaş yavaş ilerlerken bir anda durdu tahtırevanım. Kahyam daha sonra eşyalarımla geleceği için sorabileceğim kimse yoktu. Gelen çığlıklarla bebeğime sıkıca sarıldım. Tahtırevanımın kapısını açan komutan Park soluk soluğa konuşuyordu.
"Majesteleri, saldırıya uğradık lütfen benimle gelin"
Hiçbirşey demeden tahtırevandan indim. Komutan Parkın arkasına takıldım. Ormanın içine doğru koşuyorduk. Arkamı dönüp baktığımda kan gölüne dönmüştü heryer. Peşimize takılan eşkiyaları Komutan Park'ın adamları öldürüyordu. Eteğim koşmama engel oluyordu. Komutan Park bana döndü.
"Majesteleri daha hızlı olmamız gerekiyor. İzninizle prensi ben tutayım sizin kaçmanız daha kolay olur."
"O... olur... Lütfen onu koru..."
"Bana güvenebilirsiniz majesteleri lütfen peşimden ayrılmayın."
"Tamam"
Bebeğimi ona vermiştim. Durmadan kaçıyorduk. Komutan Parkın adamları bir bir beni ve prensi korumaya çalışırken ölüyordu. Arkama bakmamam gerekiyordu. Ormanın içinde kaybolmuştuk. Komutan Park ve 2 adamı kalmıştı yanımızda. Üşümeye başlamıştım. Daha da önemlisi bebeğim üşüyordu.
Saatler geçmişti hava kararmıştı. Prensim durmadan ağlıyordu. Onu komutan Park'ın kucağından alıp kollarımı sarmıştım. Aç olan prensimi emzirmek istiyordum ama yanımdaki 3 erkekle bu çok zordu.
"Arkanızı dönün"
"Ama majesteleri sizi koruyamayız o zaman"
"Prens acıktı. Karnını doyurmam gereki..."
Sözümü kesmişti. Fazla cesurdu.
"Majesteleri lütfen"
"Sözümü kesme! Dönün arkanızı dedim! DERHAL!"
Önümde eğilip arkasını döndüler. Bende onlara arkamı dönüp bebeğimi emzirmeye başladım. Bebeğimin karnı doymuştu. Komutan Park ateş yakmıştı. Gece yolumuzu bulmak zor olacaktı. Bu yüzden yardım gelene kadar burada duracaktık. Ben yorgunluğuma yenik düşüp uyuyakalmıştım.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Duyduğum kılıç sesleriyle dehşetle uyanmıştım. Komutan Park elimden tutup kucağında prensle beraber beni kaçırıyordu. Öyle koşuyorduk ki nereye gittiğimizi dahi göremiyorduk. Nefes nefese kalmıştık. Bir anda bastıran yağmurla ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bir mağara bulmuştuk. İçeri girdiğimizde elimi elinden çekmiştim ama kızamıyordum. Bana dokunması kesinlikle yasaktı. Bunun cezası ölümdü. Arkamızdan gelen yoktu.
"Majesteleri geceyi burada geçirmek zorundayız"
"Anladım... Prensimi verir misin?"
"İyi misiniz omzunuz kanıyor majesteleri"
O diyene kadar farketmediğim yarama baktım. İnceden inceye sızlıyordu. Prensi benim kucağıma verdi. Bir anda önümde eğildi.Çömeldi demek daha doğru olurdu.
"İzninizle majesteleri"
"Ne iz.."
Ben soramadan eteğimin ucundan bir parça kopardı. Hemen omuzumu sarmaya başladı. Öylece kalakalmıştım. Şaşkınlıktan konuşamıyordum bile... Anlayamadığım şekilde avuç içim terlemeye başlamıştı. Titriyordum. Kalbim hızlanmıştı. Dengemi kaybettim. Belimden yakaladığında büyük bir korkuyla gözlerimi kapattım. Veliaht prensten başka bi erkekle ilk kez bu kadar yakın oluyordum. Benim taşa oturmama yardım edip benden uzaklaştı.Dizlerinin üzerine çöktü başını eğdi.
"Lütfen beni bağışlayın majesteleri... Sizi korumak istemiştim... Hatamın bedelini canımla ödeyeceğim..."
"Şuan yaşıyorsam senin sayende... Bu yüzden kendini suçlu hissetme lütfen ayağa kalk.. Sende dinlen"
Mağaranın ağzına oturdu. Ömrümde böyle birgün ilk kez yaşıyordum. Bir erkeğin beni bu kadar korumaya çalışması beni etkilemişti. Ama bu asker olmasıyla alakalı değildi sanki. Bakışları bile farklıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Majeste
Fiction Historique"Sarayda kimseye güvenemezsin" Sarayda güven nasıl kazanılır? -Kan dökerek mi? -Yada merhamet dilenerek mi? Sarayda nasıl hayatta kalınır? -Birisinin gölgesi olarak mı? -Yada herkesi gölgen yaparak mı? Saraya nasıl alışır insan? -Sarayın kuklası ol...