6
Uzun etekli, ipek entarisi, hotozu, elmasları, hattâ şefkat nişanının gran kordonuyla koltuğa kurulmuş, tebrike gelenler için değneğine dayanarak ağır ağır kalkıyor, bir kraliçe kadar vakur... Koltuğun dibindeki yer minderine büzülen Rabia, bu muhteşem kadının iki gece evvel o kadar teklifsiz ve dost ihtiyar olduğuna inanmak için müşkülât çekiyordu.
Evvelâ Sabiha Hanım'ın üvey kızı, on altı yaşlarında silik, sönük kız, sonra ev halkı, birer birer geldiler. Hepsi birer "nice senelere" ile savuldu. Herhalde tebrik merasimi on dakikadan fazla sürmedi, ev halkı, hepsi kâhya kadının arkasından çıktılar, gittiler. Aralarında bir tanesini Sabiha Hanım alıkoydu.
Hemen Rabia'nın gözleri bu kıza dikildi... Boy uzun, omuzlar geniş, kalçalar bir erkek çocuk gibi dar, ten ipek gibi yumuşak ve beyaz, gözler iki büyük mavi mine çiçeği gibi... Arkasında dümdüz penbe bir entari, belinde gümüş bir kemer vardı. Halayıklararasında bir o, başını bağlamamıştı. Sarı saçlarını bir örgü örmüş, ucuna penbe bir kurdele bağlamış, arkasına salıvermişti. Rabia'nın âdetâ ağzı hayretten açık, bu latif mahlûku seyrediyordu. Fakat onun en çok gözünü alan şey, biri ötekinden daha yüksek duran kalkık, çekik, kumral kaşlarıydı. Neden biri ötekinden yüksekti? Rabia, bunun, bazı Çerkeslere mahsus şey olduğunu henüz bilmiyordu. Bu kız Kanarya idi.
Sabiha Hanım sordu:
— Dürnev nerede?
— Şimdi gelecek, efendim!
Ve Dürnev Hanım geldi. Ufak tefek bir genç kadın...
İri kestane renginde gözlerine bir çocuk bakışı vermek için bidüziye göz kapaklarını yukarı kaldırıyor. İtina ile yolunan siyah kaşlar iki ince hilal gibi... Allık, sürme yerli yerinde, küçük yüzünde açık bir ifade vardı. Gerdanlık, bilezikler, uzun küpeler, yüzükler, hep zümrüt. Esvap da elmaslara uymak için yeşil kadife, farbala farbala üstüne... Etek uzun ve yüksek ökçeli,yeşil atlas iskarpinler giyiyor... Bu iskarpinlerden biri, uzun eteğine ikide birde hafif bir tekme vuruyor ve etek bütün kırmaları, farbalalarıyla bir yılan gibi kıvrılıyor. Rabia ömründe bu kadar süslü, bu kadar karışık ve şaşaalı giyinmiş bir insan görmediğini kendi kendine itiraf etti.
Dürnev, tuvaletinin ihtişamına rağmen kandil gecesi olduğundan haberdar değilmiş gibi, kaynanasını hiç tebrik etmedi. Hayli lakayt ve resmî bir tavırla, "Maşallah, renginiz bugün ne iyi!" dedikten sonra, avizenin altında durdu, kendi düşüncesi neyse ona daldı. Düşüncesi ne olursa olsun, gene genç kadının bir oyuncu gibi kalçalarını oynatması, eteğinin dalgalanması, kim bilir hangi resimli kitaptan taklit ettiği yüzünün dalgın ifadesi, Sabiha Hanım'ın sinirine dokundu.
İçinden, "Saygısız, halayık eskisi, sonradan görme," diye homurdandı. Fakat gene hayli sükûnetle:
— Bana bir şey mi sormak istiyorsun, kızım, dedi.
Yoluk kaşlar kalktı, sesinde gizli bir istihza:
— Nasıl da bildiniz, Efendim? Kanarya'ya ait bir şey soracaktım. Kadın Efendimizin daveti gelecek hafta değil mi?
— Evet.
— Bu akşam Kanarya'nın oyununun provasını yapacağız. Paşa, benim odama gelecek, siz de gelmez misiniz? Ben piyano çalacağım.
— Bu akşam mı dedin?
— Evet, bu gece... Yatsıdan sonra.
— Amma da tuhaf... İşiten senin Müslüman kızı olduğuna inanmayacak... Kandili unuttun mu? Bütün komşular davetli, kız hafız Kuran okuyacak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...