14
Ev biraz içerlek, önünde bir avlu var. Onun için Sinekli Bakkal'da olan arka cephesi öteki evlerin hizasına fırlamıştı. Evin ilk iki katı avlunun yüksek duvarıyla örtülüyor, içinde adam olduğuna dair bir emare ancak üçüncü katın pencerelerinde görülebilirdi.
Osman, biraz geriye çekildi, evin üst katını gözden geçirdi. Kafeslerden birinin altından bir patiska perde ucu dışarıya fırlamış, rüzgârla sallanıyordu. Orada bir pencere açıktı. İmam'ın odası olabilirdi. Kapının tokmağını yakaladı, vurmaya başladı. Cevap alamadı.
— Yandaki ipi çek, Amca Bey.
Döndü. Elleri deri önlüğünün altında Muharrem onu seyrediyordu. Hemen kapıya yaklaştı, ipi çekti. Avluda bir çıngırak çalmaya başladı ve açık pencerenin kafesinin arkasından biri seslendi. İmam'ın sesiydi:
— Kim o?
Muharrem cevap verdi.
— Sizi ilmühaber için biri görmek istiyor, İmam Efendi.
Başını çevirdi, Osman'a göz kırptı.
— Mutlak işin ucunda mangiz olmalı Amca Bey, yoksa içeriye giremezsin.
İkisi de içeriyi dinlediler. Avluda birisinin yürüdüğünü duyunca Muharrem İmam'ın pes ve makamlı "Kim o?" sesini taklit ederek uzaklaştı.
İhtiyar kapıyı aralamış, homurdanıyordu:
— Ne istiyorsun?
— Burada söyleyemem, İmam Efendi.
— Öyleyse içeriye gir.
Toplu bir avludan geçtiler. Sıra sıra teller gerilmişti.
Üzerleri paslı. Mutlak vaktiyle orada çamaşır yıkamaya meraklı bir kadın yaşamıştı. Avlunun ötesinde berisinde toprak çanakları içlerinde sular vardı. Birkaç serçe ve bir güvercin İmam'ın ayaklarının altında sıçrıyorlardı. Dini, kini olan bu adamın kuşlara dostluğu Osman'a biraz garip geldi.
— Pabuçlarını çıkar.
Osman evin kapısında pabuçlarını çıkardı. İmam'ın arkasından mermer bir taşlık geçti. Merdivenleri sükût içinde çıktılar. İmam tırabzanlara tutunuyor, sık sık soluyordu. Başında beyaz takkesi, arkasında gecelik Şam hırkasıyla daha kuru, daha çökük bir hali vardı. Osman'ı üçüncü katta küçük bir odaya aldı.
Bir köşe minderi, eski ceviz bir dolap, bir rahle odanın bütün eşyasını teşkil ediyordu. Köşe minderine, karşı karşıya oturdular, birbirlerinin yüzüne baktılar.
İmam hâl hatır sormadı. En aksi sesiyle:
— İşin ne? Ne istiyorsun, söyle bakalım.
— Ben Rabia'nın kocasıyım. Damadınız Osman.
Bunu söylerken Osman, kendini ne aptal, ne acaip buluyordu.
— Benim Rabia isminde hatunla hiçbir alakam yok.
— Ben size biraz yardım etmek isterdim.
— Yardım mı dedin?
İmam'ın tümsek gırtlağı zayıf boynunda aşağı yukarı işlemeye başladı.
— Hakkımı iade demek istiyorsun. Nihayet nedamet etti,hakkımı vermek istiyor, öyle mi?
— Rabia benim buraya geldiğimi bilmiyor bile. Ben kendi hesabıma size hakkınızı iade edeceğim, Efendibaba.
Mademki ihtiyar bu yardımı bir hak diye tefsir etmekistiyordu, Osman'ın artık onu "yardım" kelimesiyle iz'aç etmesinde mânâ yoktu. Fakat tecessüs Osman'ın en zayıf noktasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...