21

618 26 0
                                    

18

"Padişah Sinekli Bakkal imamı kadar mükemmel tezkiyeyapıyor, birader."

Mabeyinci, Selim Paşa'ya istifasının kabul edildiğini ve Hünkâr'ın, eski Zaptiye Nazırı'nın hizmetlerini takdir eden birkaç iltifatı ile, selâmı şâhânesini tebliğ eder etmez Paşa, her vakitki temennasını yapıp otururken böyle demişti. Evet, Hünkâr'ın iltifatı, bir tabut başında mahalleliyle ölüleri hayırla yâd etmelerini ihtar için tezkiye yapan mahalle imamı lâflarını hatırlatmıştı.

Paşa otururken, âdetâ Padişah'tan böyle hafif bir tarzda bahsedenin kendisi olduğuna inanmayacağı geliyordu. Güya içine saklanan bir yabancı bu sözleri söylemiş ve gülmüştü. Ve omuzlarından bir yük kalkmış gibi kendini hafif hissediyordu. İçinden, "Devlet ağırlığı, devlet yükü," diyordu. Bu ağırlığa rağmen eskiden nasıl omuzları gururla havada, göğsü ileride yürürdü. Bu tavır sadece içine, dışına şekil veren bir kalıptı. "Devlet kalıbı" ve insanları o kalıp ne hatır ve hayale sığmayan şekillere sokardı. Şimdi o kalıbın pençesinden de kurtulmuştu. Vücudunun en küçük zerresine kadar istediği şekli alabilecek, Hilmi'yi sürdüğü günden beri kafasını karıştıran şüpheler, tereddütler, uzun muhakemeler artık onu kudrete tapmak beliyesindenkurtarmıştı. O zavallı Zaptiye Nazırı Selim Paşa... Dar kafalı, aptal, yarı makine, bir esir... Bu Selim Paşa'nın içinde uçsuz bucaksız bir hürriyet var. Zaptiye Nazırı Selim Paşa'nın tapındığı kudret –devlet ve padişah– kâinata hâkim kudretin ancak bir cüz'ü!Bu Selim Paşa'nın tapındığı kudret kâinatın kendisi, bütün kudretin mecmuu...

Selim Paşa gülerek konuşurken Mabeyinci onu dikkatle gözden geçiriyordu.

— Galiba bu günlerde Vehbi Dede ile çok ülfet ediyorsunuz,Paşa.

Evet, Türk ülkesinde, bilhassa padişahlar hüküm sürdüğü günlerde ruhların zincirini ancak Mevlana Celaleddin Rumî gibi kudretler kırabilir. Selim Paşa sigarasının külünü silkerek cevap verdi:

— Şam'a giderken evimi, ailemi emanet edecek bir dosta ihtiyacım var. Dede'den daha emniyetli bir dost bulmak kâbil mi?(Güldü.) Bu günlerde biz geçmiş günlerin debdebe ve daratını tasfiye etmekle meşgulüz. Selâmlığıkapıyorum. Eşyasını satıyorum. Münasip bir kiracı bulunca kiraya vereceğim. Kâhya Şevket'ten ve bir tek bahçıvandan başka uşakları da savıyorum. Bostanı da kiraya verdim. Kiracıdan para almayacağım ama, evin sebzesini ve yemişini bedava verecek. Arabayı... İkisini de ve atları da sattık... içini çekti. Atlarını evlât gibi severdi.

— Konaktaki cariyelerinizi ne yapacaksınız?

— Hepsini azat ettim. Hepsinin esasen birikmiş birkaç parası var. Ekserisi tahsil gördü ve mûsikî-şinâstır. Şimdiden bütün İstanbul onlara mürebbiye diye, mûsikî hocası diye talip. Hanım, iki yaşlı azatlısını yanında alıkoyacak.

— Artık bol bol misafir kabul eder, tatlı tatlı sohbet edersiniz, Paşa.

Selim Paşa'nın dudakları büzüldü, gözleri gülüyordu.

— Bizim vaktimiz ve arzumuz uzun sohbete müsait ama, eski yârândan kimsenin kapımızı açtığı yok. Konağın bahçesine arada giren bir tek konak arabası, Nejad Efendi'nin hanımının. Fakat ben artık Sinekli Bakkal sokağındaki komşularla ülfet etmeye çalışacağım.

Sinekli Bakkal! Rabia'nın mahallesi... Mabeyinci bir ay evvel billûr gibi bir sesin Bebek Koyu'nda dolaştığını hatırladı. Kendi kendisine mırıldandı:

— Cîfe-i dünya değil kerkes gibi matlubumuz.

Paşa başını salladı.

— Bir bölük Ankalarız, Kâf-ı kanaat bekleriz.

Sinekli BakkalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin