16
Rabia'nın ailesi bir hafta, Bebek yamaçlarındaki beyaz evi konuştular. Bir kere karar verdikten sonra Rabia' nın da zihni hep o yeşil korunun içindeki beyaz eve saplı kaldı. Kız, hayatının ilk tatilini tadacaktı. Boğaziçi'nde iken ders vermeyecek.
Haziranın yirmi beşinci günü. Mabeyinci'nin siyah atlı kupa arabası İstanbul Bakkaliyesi'nin önünde durdu. Eli bakraçlı, ayağı takunyalı, ağzı sakızlı kadınları yalınayak, başı kabak, sümüklü oğlan çocukları hep arabanın etrafında. Sabit Beyağabey kalabalığı dağıtıyor, Penbe kırıta kırıta bohçaları, çıkınları arabaya yerleştiriyor. Nihayet Rabia.
— Allah selâmet versin, yavrum...
— Rabia Abla, çok kalma ha...
— Ayol ne oluyorsunuz? Hacca gitmiyor ya!
Bu, Rabia'nın Sinekli Bakkal'dan ilk ayrılışı! Siyah atlar uçar gibi sokaktan geçti. Cüce arkalarından bir maşrapa soğuk su döktü.
Penbe ile Rabia arabada, mektepleri tatil olmuş çocuklar gibiydiler. Köprü, Galata... Nihayet gözlerini açıp kapamadan Bebek.
Mabeyinci'nin yalı kapısını siyah setreli iki uşak açıyordu. Siyah atlar yokuşu uçar gibi tırmandılar. Evin önündeki boşlukta siyah, yaşlı bir halayık ayakta onları bekliyordu. O, Penbe ile arabadan çıkınları, bohçaları çıkarırken Rabia durdu, etrafı seyretti.
Batıydı. Koy, mor, lâl bir havuz gibi. Üstündeki renkleri bir sihirbaz üfledi, soluverdi, suların üstüne lacivert gölgeler indi, gökte yıldız serpintileri belirdi.
Rabia, bu güzelliği yadırgadı. İçini çekti. Döndü, eve girdi. Taşlıkta renkli bir fener yanmış. İki odanın biri Penbe'nin, taş oda mutfak.
İkinci kata beş altı basamak merdivenle çıkılıyor. Sofaya bir masa koymuşlar, yemek odası yapmışlar. Karşılıklı iki büyük oda var. Hepsi camlı köşk gibi. Hep birbirine bitişik pencereler. Burası, Mabeyinci'nin okuyan, yazan ve mûsikî-şinâs bir iki isim sahibi ecdad tarafından yapılmış. Kitap var... Ooo, hem de Rabia'nın en çok sevdiği kitaplar... Hep tarih... Evliya Çelebi, Naima... Sazlar var... Ud, tef, piyano!
Açık pencerenin önünde durdu. Boğaziçi gecesi siyah bir ipek perde gibi karşı kıyılara iniyor. Karanlığın serinliği Rabia'nın yanan yanaklarında. Ufuklar, şekilleri ancak sezilen sırtları ağaçlar ve sularla çevrilmiş. Hepsi, en açık duman renginden, abanozgibi siyahlığa kadar varan gölgelerin içinde yüzüyor gibi.
Osman bu güzelliğe bayılacak. Fakat Rabia'nın içine gariplik çöktü. Burnunun direği sızlayarak Sinekli Bakkal'ı özledi. Bütün hudutları elle tutulan, gözle görülen, küçük sokak. Bu dumanları bu elden, gözden kaçan ufuk ve karışık şekiller... Etraf bomboş. İnsandan hâlî. Halbuki Sinekli Bakkal'da mahalleli şimdi akşam namazından döner, birbirine seslenir... Yoğurtçular geçer...
Rabia, ömründe bir köşe daha dönmüş gibi. Köşeleri o hiç sevmez. Dönerken insan asıl kendisini arkada bırakır, köşenin bu tarafında başka bir insan oluverir. Fakat arkada bıraktığı "kendisi" de peşini bırakmaz. Her köşe döndükçe bir yeni benlik... En yenisi en önde, en eskisi en arkada... Art arda yürüyen bir sıra insan... İşte bunların hepsi birden bir tek Rabia.
Karanlıkta bir düdük öttü. Siyah, uzun bir şekil, baştan başa ışıklar içinde bir vapur koyun kara boşluğunda ipek suları yırtarak geçiyor. Osman bunda olacak. Rabia merdivenleri atlayarak indi. Evin önündeki boşlukta durdu, bekledi. Nihayet çakılların üstünde ayak sesleri.
— Osman, sen misin?
— Beni mi bekliyorsun, Rabia?
Bir gölge yaklaştı. Rabia'nın ince kolları gölgeyi sımsıkı sardı. Osman düşündü. Rabia bu akşam bambaşka bir kadın. Aşina muhitinden ayrılır ayrılmaz, mütemadiyen etrafına saçtığı, dağıttığı benliği hep bir araya toplanmış. Belki ilk defa burada Osman, Rabia'ya tamamen sahip olacak. Kalbi gümbür gümbür atmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...