9
Feleğin çarkı dönüyor. İnsanlara kısmet dağıtıyor, talihlerinitespit ediyor. Fakat Selim Paşa'nın bostan kuyusundaki su çeken tahta dişli, köhne, gıcırtılı dolap değil. İstenildiği gibi yavaşlattırılan bir tahta çarh değil. Demirden, çelikten bir çarh. Yüzbinlerce beygir kuvvetiyle, durup dinlenmek bilmeyen, aman aralık vermeyen, kafa, yürek demeyip dişleriyle kemirip, ezip geçen çarh!
Rabia kendini böyle bir kör kudretin elinde, böyle korkunç bir talih çarhının dişleri arasında hissediyor.
Kader, bir Müslüman kızının gönlünü bir kâfire vermiş. Kâfirin de anası ölmüş, ortadan kaybolmuş. Belki bir daha dönmeyecek. Kim demiş feleğin çarhı kördür, sağırdır, kemirdiği gönül, ezdiği kafa bir tesadüf eseridir. Hayır, hayır. Her şeyde bir hikmet vardır. Peregrini'nin anasının ölümü, Rabia'ya gökten gönderilen bir alâmet. Tövbe etmesi, istiğfar etmesi gönlünün günahını çıkarıp atması için onu ikaz eden ilahî alâmet. Rabia'yı samedaniyet imtihan ediyor. İmanının kudretini, salâbetini deniyor.
Rabia, hayatta her olan şeyi, görünmeyen gizli bir kuvvete atfedecek hilkatlerden biriydi. Ölçüleri hiçbir zaman zâhirî olamazdı. Onun yaşadığı dünya bir ruh dünyası! Beşerin gözle görülen, elle tutulan bütün eserleri, bütün işledikleri bir gölge, asıl arkada hayata hâkim olan membaıngölgesi. Bu, dimağındaki ilk izler, ilk teşekküllerden vücuda gelen kanaatiydi.
Muhakemesini en evvel terbiye eden imam ve onun katı, gaddar ilahiyyatı bile maddeye istinat etmiyordu. Onun Rabia'ya tanıttığı ilk Halik'i Kahhar, Müntakim – fakat Halik. Bütün insanı sevinçleri, sevgileri kıskanır. Ve Peregrini hayatından kaybolunca şuurunun alt tabakasındaki bu korkunç itikat yavaş yavaş yükseldi. Bu eski inanışının tesiri altında bir hayli inledikten sonra, onları tadil eden, zehrini gideren, daha yeni bir tesirle teselli bulmaya çalıştı. Büyükbabasının kuru naslarını insanîleştiren Vehbi Efendi'nin telkin ettiği, seven ve müşfik bir kuvvete yüzünü çevirdi. Fakat birdenbire hurdahaş olan büyük dileğine hangi cepheden baksa aynı neticeye varıyordu. Peregrini'nin annesinin ölümü ona göklerden gelen bir alâmet. Onu seven bir Halik, günahtan halas etmek için bu ölümü vaktinde yapmıştı. Şimdi tövbeden, ibadetten başka çare yok.
İki uzun ay kızın kafasında, bu içini parça parça eden mücadele hüküm sürdü. Bereket versin günleri doluydu. Şehrin her köşesinde talebesi vardı. Şehrin bir başından öteki başına koşuyor, akşamları bitap, soluk alamayacak kadar yorgun ve sesi kısık eve dönüyordu.
Rakım'la Penbe, onun sessizliğini, somurtkanlığını yorgunluğuna atfediyor, kendi haline bırakıyorlardı.
İki kaşının arasında, eskiden sade düşünce dakikalarında peyda olan, şakûlî hat oraya yerleşmişti. Gözleri çetin bir bilmece halletmeye uğraşanların uzak, fakat sabit bakışlarıyla doluydu. Penbe ile Rakım derslerinden bazılarını bırakması için ısrar ettiler. Omuzlarını silkti.
Kızın geceleri, tahammül edemeyecek kadar fenâ geçiyordu. Kitap okumaya başladı. Derslerinden dönerken Babıâli'ye, yahut Bayezid sahaflarına uğruyor, koltuğunda bir alay kitap, eve geliyordu. Artık geceyarılarına kadar odasında gaz yanıyor, Penbe homurdanıyor, homurdanıyor. Fakat inatçı kıza lâf anlatamıyordu. Çok zaman Penbe dalıp uyandığı zaman hâlâ Rabia'nın kitap yapraklarını çevirdiğini duyuyor. Bazân da tanyeri ağarıncaya kadar okuyor.
Uykuya dalınca da Rabia pek dinlenemiyordu. Gözünü kapadığı andan açtığı ana kadar rüya görmek esasen onun âdetiydi. Fakat şimdiki rüyalarının ekserisi birer kâbustu. Onun benliğini vücuda getiren zıd kuvvetler mütemadiyen birbiriyle çarpışıyordu. Şuurunun alt tabakasında en korkunç ve karanlık düşünceler, hatıralar yavaş yavaş yükseliyorlar ve hepsinin üstünde Emine'nin başı görünüyordu. Bu, Rabia'nın en çok ürktüğü hayaldi. Bir hortlak görmüş gibi kalbi gümbür gümbür atıyor. Ne kadar çirkin bir rüyaydı. Her zaman Rabia'nın gözleri anasının ağzına bakıyor, tüyleri ürperiyor. Yüzün bir tarafından öbür tarafına uzanan, kısık, mor dudaklar. Bir tek, yeni kapanmış bıçak yarası gibi. Bazân bu ağız açılıyor, Rabia daha çok korkuyor. Ağzın tavanı da, içinden çıkarılan ve Rabia ile eğlenen dil de bir timsah dili gibi paslı, beyaz. İmam da bu rüyalardan pek eksik olmazdı. Onu, hep kendi odasında, köşe minderinde görür. Başında beyaz gecelik takkesi, vaktiyle Rabia'yı o kadar korkutan cehenneme ve ukubete dair ne kadar ayet varsa kalın, kudretli sesiyle, tecvitli, gunneliüslubuyla okurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...