13
Sağanak. Rabia koştu, köşe penceresini kapadı, perdeleri indirdi. Piyanonun üstündeki gül rengi abajurun altında, Osman rahat koltuğuna kurulmuş, dizinde Rabia'nın tekir kedisi mırlıyor.
O akşam yemekten sonra mutfakta biraz fazla eğlenmişlerdi. Rakım demişti ki:
— Osman, sen haftada bir olsun mahalle kahvesine çık. Konağa her gün uğruyorsun. Bizim sokak seni kibar, zengin defterine yazarsa Sabit Beyağabey Takımı'nın alayından baş alamazsın.
Penbe darılmıştı.
— Güvey gireli iki hafta bile olmadı. Acelen ne?
— Yarın akşam giderim, Rakım Amca. Sen ne dersin Rabia?
Rakım homurdandı:
— Bu gibi şeylere kadın karışmaz.
Fakat Rabia, kahveye çıkmayı, Osman'ın bir akşam sonraya bırakmasına memnun olmuştu.
Şimdi odalarındaydılar Osman, oturduğu yerden, Rabia'nın soyunmak için yüke girişini tembel tembel seyrediyor, kendi kendine gülüyordu. Kızın ne çocukça âdetleri vardı. İşte şimdi beyaz geceliği ile yükten çıkıyor, aynanın önünde örgülerinin firketelerini alıyor, arkasına salıveriyor. Nihayet uzun mindere arkasını dayayıp, ayaklarını uzatıp halıya oturuyor. Her akşamki gibi dizinde dikişi var, elleri dikişin üstünde hareketsiz.
Her akşam aynı yere, aynı dikişle oturur. Fakat dikmez. Başlamak için bir şey bekler. Beklediği şey Osman'ın pedalı kısıp hafif hafif bir fanteziden ötekine geçen piyano çalışıdır.
Fakat bu akşam Osman konuşmayı tercih edecekti.
Konuşmak onun kurtulamayacağı bir illet, âdetâ bir tiryakilik; ve Sinekli Bakkal'da aradığı biricik şey bu. Gerçi sokakta bir sürü kadın erkekle konuşuyor, evde Penbe ile Rakım'ın ağızları durmuyor, konakta Sabiha Hanım'la can dostu. Bütün bunlarda dostluk, sadelik var, hayata tuhaf bir tarafından bakış var. Kendilerine göre bir halk felsefesi var. Hepsi pek hoş, pek cazip. Fakat bunların biri Osman'la fikrî bir münakaşa yapamaz. Bu ihtiyacını ancak Vehbi Efendi dolduruyor. O da bir zaman için Konya'ya, evlendiklerinin haftası gitmiş, henüz dönmemiş...
Rabia konuşmayı pek sevmiyordu. Gerçi söylediği zaman canlı söylüyor, zekâsı bir elektrik feneri gibi, insana en ummadığı, en zengin hayat tasvirleri gösteriyor. Fakat belki kız metafizik, karışık münakaşalardan sıkılıyor. Osman öyle bir mevzua girdiği zaman anlamak için büyük bir kuvvet sarf ettiği alnında hâsıl olanburuşuklardan belli.
Osman terliklerini sinirli sinirli sallıyor, bilhassa bu akşam Rabia'yı böyle çetin bir mevzua sürüklemenin imkânı olmadığını hissediyordu. Demek piyano çalmaktan başka çare yok. Rabia, yem vakti gelmiş genç tay gibi yerde küçük kulaklarını kabartmış bekliyor. Osman kalktı, piyano iskemlesine oturdu.
Akşamları çaldıklarını hep kendi icat ederdi. Ve bu havalar Rabia'ya göre, kocasının Sinekli Bakkal'da aldığı yolun birer nişan taşı, mesafe ölçüsüydü. Minör perdelerin, Şark melodilerinin artması onun yeni hayatını ne dereceye kadar benimsediğini gösteren alâmetler. O semtte gece gündüz işitilen aşina sesler azalınca Rabia endişeye düşüyordu. Bir akşam evvel Osman çalarken sokak satıcılarını işitiyorum, zannetmişti. Fakat bu akşam o fantezilere bir tek aşina melodi girmiyor. Çapraşık, karışık bir armoni! Osman'ın başında yabancı bir rüzgâr esiyor. Belki Sinekli Bakkal'ı yadırgıyor, belki içine gariplik çöktü. Dikişi tekrar dizine bıraktı. Boğazına bir şey tıkanır gibi oldu. Mutlak, mutlak Osman, Rabia'nın ruh iklimine alışmalı, Sinekli Bakkal'a bağlanmalı. Ama nasıl?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...