İKİNCİ KISIM
1
Bir sürü kocakarı, sabahtan akşama kadar kızın yakasını bırakmıyorlar. Güya avutacaklar, babasını unutturacaklar! Nerede? Tevfik'in ağucuk dediği günlerden başlıyorlar. Biri kesince öteki aldırıyor, ta adamın sürgüne gittiği güne kadar... Can olsun da dayansın; Rabia bir canlı cenazeye döndü.
Tevfik'in, vaktiyle Rakım tezgâha yetişsin diye, eliyle yaptığı yüksek iskemleye oturmuş, başını bir taraftan bir tarafa sallayarak anlatıyordu. Kapıdan giren ışık kafasına vurmuştu. Dükkânın loşlukları içinde o kafa fotoğrafla büyütülmüş gibi görünüyordu. Bütün buruşuklukları, hattâ göz kuyruklarında en ince çizgiler bile seçiliyordu. Peregrini'nin gözleri bu geniş ve mustaripyüzdeki göz bebeklerinin hummalı ışıltılarına daldı.
Son cümle cücenin kuru boğazına takıldı, kaldı. Elleri ceplerini ve tezgâhın üstünü aradı. Parmakları titriyor, gözlerinin ışıltısı artıyordu. Peregrini cebinden sigara tabakasını çıkardı, uzattı.
— İki gündür sigarayı bıraktım, güya...
Parmakları tabakadan bir sigara kaptı, titreyerek dudaklarına götürdü ve misafirin çaktığı kibritle yaktıktan ve iki nefes çektikten sonra gene devam etti:
— Bundan böyle artık idare lâzım. Mirasyedilik sökmez. Tevfik'i Şam'da biz besleyeceğiz.
— Rabia Hanım para sıkıntısı çekecek mi?
— Dükkân işliyor. Belki çekmez. Bizim Tevfik'in veresiye illeti, alacaklılardan para istemeye yüzü tutmaması, işimizi bozuyordu. Şimdi artık bakkalbaşı ben oldum...
— Rabia Hanım, Selim Paşalara gidiyor mu?
— Gitmiyor. Aleyhlerinde de söyletmiyor. Dün Paşa kâhyasını yolladı. Aylık bağlamak istedi. Bizim kız kabul etmedi...
Sustu. Fakat yeni bir düşünce ile yüzünün birbirine sıkışan buruşuklukları açıldı. Her biri ayrı ayrı gülüyor gibiydi:
— Sabit Beyağabey de geldi. Hep dükkâna uğrar, ödünç para teklif eder. Herifin kömür deposu epeyce işlektir. Yazları da karpuz sergisinde kazanır. Neyse, iyi komşu.
Peregrini'nin kalın kaşları birbirine hücuma hazırlanan iki hamam böceği gibi çatıldı. Fakat sesi sakindi, azıcık müstehzî:
— Rabia Hanım'da gözü olacak.
— Hah, hah, hah. Amma da yaptın. Onun Rabia'dan ödü patlar. Kız istese, o, almaya korkar. Olsa olsa bizim Penbe Teyze'ye yanmış olacak. Tevfik gideli Penbe bizimle oturuyor. Fenâ da olmadı. Hem işe yarıyor. Hem de Rabia'ya bir can yoldaşı. Tuhaftır da ha!
Rakım'ın misafiri hâlâ başka şey düşünüyordu.
— Rabia Hanım iyi bir kocaya varırsa...
— Galip Bey gibi paralı ve adamakıllı bir kısmeti tepti. Hoş kimsenin de talip çıktığı yok ya. Yaş on sekizi buldu. Onun derdi günü Tevfik'e sürgünde sıkıntı çektirmemek.
Peregrini'nin keskin gözleri, dükkânın loş köşelerini tetkik etti:
— Bu dükkân hepinizi besler mi?
— Besler.... Hele Rabia sık iş bulursa haydi haydi besler. Fakat bu günlerde kızın boğazı ağrıyor. İki Mevlid oldu, ilahi okumaya çağırdılar, gidemedi. Ne ilahi ne de şarkı söyleyecek hali var. Dut yaprağı yemiş bülbül gibi...
İki mum alevi arasında, beyaz örtüsünün çerçevesi içinde uzun, ince bir kız çocuğu yüzü. Bal rengi gözlerinin içinde yeşil ışıltılar. Büyücek penbe dudaklardan, gizli bir sıtma nöbeti gibi atan bir ses... Dünyaya insanları hâkim kıldığı için Allah'a sitem eden meleklerin ağzından söylüyor... Gene o ses, gene o ses... Kozadan kelebeğe doğru büyüyen bir mahlûkun aldığı değişik şekiller gibi, o ses de günden güne, seneden seneye değişmiş, derinleşmiş, insan yüreğini alt üst eden bir güzellik, bir mânâ almıştı. Peregrini'nin hafızası, geçen yıllarda bu sesin aldığı şekilleri işitti. Rabia, onun için sadece bir sesti, belki. Arada sırada hilkatin,insanların kulağı, gönlü hoş olsun diye hediye ettiği bir ses. O nasıl kısılır? O melodi şelalesi nasıl kurur?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...