22
Birinci Kanun'un yirminci günü. Osman Sinekli Bakkal'ın köşesini dönerken Sabit Beyağabey'le burun buruna geldi.
— Seni göreceğimiz geldi be, Amca Bey! Bu eve taşınalı semtimize uğramaz oldun.
Osman tebessüm etti. Tılsımlı Kuyu'ya o kadar dalmıştı ki Sinekli Bakkal mahalle kahvesinin mevcudiyetini bile unutmuştu. Yalnız onu olsa, Rabia'nın son günlerdeki zaafı bile onda eski şiddetli merakını uyandırmamıştı.
— Bu günlerde Rabia Abla'yı yalnız bırakamıyorum, Ağabey. Kusuruma bakma.
— Hakkın var, Amca Bey. Ağabey koltuğunun altından tükürdü.
— Eğer gece vakti hekim lâzım olursa sen benim pencerenin altına gel, bir nâra bas. İki elim kızıl kanda olsa yetişirim.
— Eksik olma, Ağabey. Zihnimi yalnız bir şey karıştırıyor. Geceyarısından sonra hekim getirmek için araba lâzım olursa, nerede buluruz?
— Sen onu merak etme. Bizim evin arkasında ahır var. Sahibinin başına camı çerçeveyi indirir, istediğin dakika uyandırırım. Beş dakikada araba hazır olur. Hayvan yetmezse arabaya bizim tulumba takımını da koşarız. Yoksa sen emret, Amca Bey.
Osman Ağabey'in çarpık omzunu okşadı:
— Hayvan yeter, takımı uykudan uyandırmak lâzım değil... Güldü ve giderken seslendi:
— Bu akşam kahveye gelirim, hepinizi göreceğim geldi.
— Ben yemekten sonra uğrar alırım, Amca Bey.
Eve dönerken Osman'ın soğuktan dişleri birbirine çarptı. Sokakta kimse yoktu. Soğuk, fakat durgun bir hava. Gökyüzü damlara dokunacak kadar aşağılara inmiş. Düz, duman renginde madenî bir gök. Nerede başlıyor, nerede bitiyor? İnsanın içine ürperme veriyor.
Yemekte Rabia'nın gözleri hiç açılmıyor, bidüziye esniyor. Son günlerde göz kapakları gene pek şiş, mütemadiyen uykusu var gibi. Osman'ın odasına çıkıp Arnavut kaldırımcının acayip türküsünü söylediği günden beri fenâlaşıyor, her gün daha halsiz, her gün yüzü gözü daha şişik. Albüminin idrarında, doktorları endişeye düşürecek kadar bir çoğalışı görülüyor.
Doktor Kasım iki günde bir orada. Ve Doktor Kasım, Osman'a hoş olmayan ihtimallerden bahsediyor. Fakat bunları düşünmek doğru değil... Bütün gayretine rağmen Rabia'ya ağrı çekerken ıspazmoz gelmesi ihtimalini düşünüyor. Çirkin ihtimal...
— Rabia, sen bu akşam erken yat, yavrum. Gözlerin kapanıyor.
— Ne zaman açılıyor ki? Her gece tavuk gibi tünüyorum.
Bir hasta çocuk gibi mırıldanıyor. Dudaklarını büke büke şikâyet ediyor.
— Erken yatmaktan korkuyorum. Bir haftadır gözümü kapar kapamaz fenâ rüya görüyorum.
Penbe merakla soruyor:
— Nasıl rüya, Rabia?
Çingene için her rüya, bilhassa vakti yakın gebe kadın rüyası mutlak bir mânâ ifade eder. Mutlak çıkar.
— Rüyamda beyaz sarıklı, koskocaman birini görüyorum.
— Tövbe estağfurullah!
Rakım ve Penbe yakalarına tükürdüler, kapıda duran aşçı kadın haç çıkardı.
— Tıpkı büyükbabama benziyor. Başındaki sarıktan kaşlarına kadar hep o. Göz kamaştıran kızıl bir aydınlık ortasında duruyor. Büyükbabam'ın anlattığı ahret azapları hep orada. Görmüyorum ama, hissediyorum, hep aynı şeyi söylüyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sinekli Bakkal
General FictionTürk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez, İngilizce olarak The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra'da 1935. yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Haber gazetesinde tefrika edilen roman dah...