8

751 39 12
                                    

15

Yeni Dâhiliye Nazırı Zâti Bey'in yıldızı parladıkça Zaptiye Nazırı Selim Paşa'nın ikbali sönmeye yüz tuttu. O hâlâ Padişah'ın sadık bendesi, hâlâ padişah düşmanlarının kafasını eski şiddetiyle eziyor da, Padişah'tan ne iltifat görüyor ne de şişman, kırmızı atlas keseler eline sıkıştırılıyor. Konağın debdebesi maaşla idame edilemezdi. O ecdaddan kalma han, hamam, dükkân ne kalmışsa birer birer satıyor, evin masraflarını kısıyordu.

Zaptiye Nazırı sıfatıyla onun için başka yerden para edinmek hâlâ kolaydı. Fakat onun da kendine mahsus bir nâmus ölçüsü vardı. İhsan-ı şâhâne meşrûydu, çünkü devlet demek Padişah demekti, o liyakatli bendesini dilediği gibi mükâfatlandırırdı. Rüşvet bir hıyanetti, milletin cebinden çalınırdı. Ona bu aralık rüşvet teklif edenler ömürlerinin sonuna kadar nadim oldular.

Bu sıkıntılı günlerinde Paşa milletler gibi hükümdarların da hafızaları kısa olduğunu anladı. Vazife diye Padişah'a bir çoban köpeği gibi hizmette devam etti. Fakat çok dertliydi, kendini unutmak için her akşam Sabiha Hanım'ın odasına gidiyor, en çok Rabia'nın huzuruyla eğleniyor, onun Sinekli Bakkal dedikodusunu dinliyordu. Bu akşam kalın kaşlarını kaldırdı. Azıcık müstehzî dedi ki:

— Sen artık dükkândan çekilsen nasıl olur Abla?

— Olamaz. Tevfik'in hiç alışverişle alakası yok, Rakım mal almaya, müşteriye mal götürmeye mecbur olduğu zaman dükkâna kim bakacak?

— Tevfik hepinizi geçindirecek kadar kazanıyor.

— Doğru, fakat bir elinden giriyor, bir elinden çıkıyor... Hem benim çekildiğimi neden istiyorsunuz, Paşa Efendi?

Selim Paşa için için güldü. Ne söylesin? Büyüdüğünü, güzelleştiğini, mahalle delikanlıları için bir tehlike olduğunu nasıl söylesin? Gerçi bu kıza, bu da söylenebilirdi. Onun kalın sesinde, dik kafasında yetişmiş bir erkeğin muvazenesi, kudreti vardı. Paşa'nın konakta görmeye alıştığı, mütemadiyen cinsiyetini teşhir eden, cinsiyetini istismar etmeye uğraşan kadınlardan o, ne kadar başkaydı. Onun gözü de, gönlü de okşayan bir sevimliliği vardı. Düzgünsüz, allıksız, rastıksız, sürmesiz! Sıkı örülmüş saçların kendine göre bir zarafeti var. Erkek çocuk gibi dar kalçaları, omuzların, göğsün göze batmayan belirsiz yuvarlaklığı, bunlar hep ona vahşi bir gül fidanı cazibesini veriyordu. Paşa sakalını karıştırdı. Biraz mütereddit:

— Dükkâna bazân ipsiz, sapsızlar da gelir... Bu civarda sen yaşta, sen yüzde bir kadının bakkallık etmesi doğru değil, dedi.

— Annem de genç yaşında bakkallık etmiş, Zarafet Bacı Aksaray'da dolma satıyor...

— O, ihtiyar ve Arap.

— Bayezid avlusunda tespih satan kadın hem genç, hem benden beyaz.

Sabiha Hanım atıldı:

— Aman Paşa... Rabia'nın başa çıkamayacağı ipsizin sapsızın ben alnını karışlarım.

Rabia gülerek iki gün evvel geçen Sabit Beyağabey macerasını anlattı. Bu, Hanımefendi'yi pek eğlendirdi, fakat Paşa, gene kaşlarını çattı.

İçinde merhamet, takdir, isyan hep biribirine karışmıştı. Onu, dini ve cinsiyeti, kadınları himaye etmeye mecbur ediyordu. El kadar bir kızın bir erkek mesuliyeti alması içine dokunuyordu:

— Senin başında adamakıllı bir erkek lâzım, İmam'a varıncaya kadar seni himaye etmek onların borcu. Dükkâna it, çakal dalınca baban nerede?

Biraz durduktan sonra gülümsedi ve devam etti:

— Neyse, artık Sinekli Bakkal'da Sabit Beyağabey Takımı artık uslu oturur. Fakat ne olsa ev bark olmanın zamanı geliyor.

Sinekli BakkalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin