11. Bölüm

3.4K 299 279
                                    

İyi okumalar 🥂

Bir şeyleri arzulamak çok güçlü ve tehlikeli bir duyguydu. Arzu; bencillik, aç gözlülük, yetinememe gibi birçok baskın hisleri beraberinde getirirdi. Yaşamı arzulardık, bir başkasının yaşamını hiçe sayarak. Sevmeyi ya da sevilmeyi arzular, karşımıza en değer verdiklerimizi alırdık. Ölümü arzulardık, arkamızda bırakacağımız sevenlerimizi hesaba katmadan. Parayı, kadını, erkeği, şöhreti ve daha nicesi; bu arzular birilerini altına almadan, kendin için bir başkasını alaşağı etmeden elde edilemeyen içinde kir bulunan şeylerdi.

Demiyordum ki arzulamaktan vazgeçelim. Dile gelsede işleve geçmezdi zaten. Bu insanın doğasında vardı. İster fazlasını arzular, ister daha azını arzulardık. Bende arzulardım. Fazlaca hemde. Az ile yetinmeyi uzun zaman önce bir rafa kaldırmıştım. Arzuladığım şeye sahip olunca; yeni doğmuş bir bebeğin memeye tutunduğu ve dahasını istediği gibi isterdim daha fazlasını.

Kurbanımın gözündeki korkuyu, endişeyi, kebullenmişliği gördükçe içimdeki bütün duygular bir volkan gibi fokur fokur kaynarken, nasıl daha az arzulardım öldürmeyi? Nasıl istemezdim teninden akan kırmızı sıvıyı ellerime bulamayı? Ya da içimdeki nefertle harmanlanan diğer duyguların dışarıya böylece çıkmasını engellemeyi isteyemezdim. Bu kendime haksızlık olurdu.

Elimin altındaki adam bıçağın girdiği elinin acısıyla çoktan bayılmış, bana ise uyanması için suratına su atmak kalmıştı. Ölümden korkan birisi için yaptığı şeyler ele avuca sığacak türden değildi. Kadın pazarcılığı, sübyancılık, bir çok tecavüzün baş rolü olan bu adam kendi canına geldiğinde öylesine korkmuştuki insanlara yaptıklarını unutmuş gibiydi. Ortasında bir delik açtığım elinden bıçağı çekmemle akan kan yere damlarken üzerime değdirmemeye çalıştım.

Dolabın çaprazında bulunan musluktan buz gibi suyu doldurup eski yerime geçtiğimde düşünmeden soğuk suyu suratına bocaladım. Uyuşturucunun etkisi yeni yeni geçiyordu ki suyla birlikte yerinden kıpırdanmış ağzına ve burnuna kaçan sudan amansızca kırtulmaya çalışmıştı.

"Eğer bütün gün uyursan bütün eğlenceyi kaçırırsın."

"S-se-ni geb-ber-ti-cem." uyuşmuş dili ve çenesiyle zor bela kurduğu iki kelime dudaklarımda tiksinircesine bir gülümsemeye yol açtı.

"Eğer ölmezsen - ki böyle bir ihtimal yok- bu konuyu seninle uzun uzadıya tartışırız. Anlaştık mı?"

"O-o-ros-pu ço-cu-cuğ-u"

Biraz önce elinden çıkarttığım bıçağı suratına sallarken, her bir kelimenin üzerine basarak,  öfkeyle derinleşen bir ses tonuyla "Ne dedin sen?" dedim.

Çenesini parmaklarımın arasına alıp var gücümle sıktığımda, uyuşukluk hala geçmediğinden kolayca ağzını aralayabilmiştim. Gözlerinde az önceki kelimelerinin cesareti yerini yeniden korkuya ve pişmanlığa bırakırken boş gözlerle gözlerine bakıyordum. Sertçe elimden savurduğum çenesi biraz daha sıksaydım yerinden çıkabilir vaziyetteydi. Yanından ayrılıp çekmecelere yöneldiğimde hareket etmeye çalıştığını duyabiliyordum.

Diş doktorlarının ağızı açık tutsun diye taktıkları aleti ararken kulağım hala arkamda yatan adamdaydı. Nihayet bulduğum ağızlık benzeri şeyle yanına vardığımda ne yapacağım hakkında bir fikrinin olmadığını gözlerinde görebiliyordum. Emindim ki elimdeki şeyin ne olduğumdan bile bir haberdi. Bu iyiydi. En azından sürpriz olmuş olurdu.

Hiçte kibar olmayacak bir şekilde ağzını kavrayıp; elimdeki ağızlığı olabildikçe kaba bir şekilde ağzına taktığımda biraz çırpınsa da bir işe yaramamıştı.

Uninvited\Taekook\ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin