Çimenlerin üzerinde, dizlerime yatmış Işıl ile ılık rüzgara karşı oturmak. Ah ne çok özledim bu hissi. Işıl'ın yüzünde hakim bir huzur. Gözleri kapalı ama gülümsüyor. Ellerimle saçlarını okşadım. Gülümsemesi yüzüne daha da yayıldı.
"Ahu gözlüm, baksana şu etrafımıza. Harika değil mi?"
"Öyle canımın içi. Resmen her yer huzur dolu."
"Sen de yanıma uzansana. Gökyüzü mükemmel görünüyor."
Başını dizlerimden hafifçe kaldırdı. Bununla beraber bende yanına uzandım. İkimiz de kollarımızı başımızın altına aldıktan sonra gökyüzünü izlemeye başladık. Işıl'ın da dediği gibi gerçekten güzel gözüküyordu. Hatta hayatımda gökyüzünü hiç böylesine mavi görmediğime yemin edebilirdim. Bir anlığına Işıl'a döndüğümde yanımda yoktu. Korkuyla kalkıp etrafıma baktım. Işıl yoktu, her yer bir anda kararmıştı. Işıl'ın acı çığlığı kulaklarımı doldurduğunda hemen arkamı döndüm. Işıl üvey babasının kollarındaydı. O pisliğin kolları onu sertçe sarmıştı. Ne kadar kurtulmaya çalışsa da kurtulamıyor. Sadece ona yardım etmem için bağırıyordu.
Ona doğru koşmaya çalıştım ama iki adım dahi atamadan ayak bileğimdeki zincirle olduğum yerde kalakaldım. Zinciri takip ettiğimde ucunda Rüzgar'ın olduğunu gördüm. Işıl'ı görmek için döndüğümde ise Işıl yoktu. Ağaçların arasından babam çıkınca ne yapacağımı şaşırdım. Bir Rüzgar'a bir babama bakıyordum. Az sonra babam burnumun dibine kadar girmişti. İşte o her zamanki bakış. Nefret dolu, iğrenir bakış...
"Bu senin yüzünden mahvolan kaçıncı hayat Ahu? Sen sayabildin mi? Hepsi senin suçun! Hepsi!"
"Baba ben böyle olsun istemedim! Baba!"
—-
Sıçrayarak uyandığımda hala o lanet yataktaydım. Derin bir nefes aldıktan sonra soluma döndüm. Rüzgar yatağa dayalı dirseğine koyduğu yüzüyle beni izliyordu.
"Kabus mu?"
"Bundan daha beter bir kabus olabilir mi?"
"Ben zevk aldığını düşünmüştüm."
Söyledikleriyle birlikte gözümde tüm olanlar canlandı. Ama bunu ona belli etmeden sadece boş gözlerle tavana baktım. Bir süre daha yüzümü inceledikten sonra kalktı. Üzerini giyinip odayı terk etti. Kolumdaki ağırlığa bakınca bileğimde bir kelepçe olduğunu ve onun da bir zincirle duvara sabitlendiğini gördüm. Bunu bileğime ne zaman taktığını dahi hatırlamıyordum. Tavana bakmaya devam ettim. Bununla birlikte anılar gözlerimin önüne hücum etmeye devam etti. Gözlerimi ne kadar kapatırsam kapatayım gitmiyorlardı.
"Ne mi istiyorum? Yeterince açık olduğumu düşünüyorum hayatım. Benim olmanı istiyorum. Sadece BENİM."
"Ben senin değilim ve asla olmayacağım"
Rüzgar yavaşça Ahu'ya yaklaştı. Bir eliyle yüzünü diğer eliyle ise belini kavradı. Gittikçe yüzüne daha da yaklaşıyordu. Ahu ne kadar yüzünü çekmeye çalışsa da yüzündeki eli bunu daha da zorlaştırıyordu. En sonunda tam dudaklarının önündeyken durdu ve gözlerini kapattı.
"Sana o kadar yakın olup bir o kadar da uzak olmak bana neler hissettirdi tahmin bile edemezsin. Her halin, her hareketin, her sözün beni yakıyordu adeta. Bir gün benim olacağına olan umudum olmasa dayanamazdım. Sana bu kadar yaklaşacağım, kokunu içime çekeceğim günün ateşiyle yandım ben."
Sözlerini bitirince bu kez Ahu'nun boynuna burnunu bastırdı ve derin bir nefes çekti. Küçük bir buse kondurmayı da ihmal etmedi tabii. Öpücükleri giderek yoğunlaşmaya ve sertleşmeye başladı. Boynunun her santimini deneyimledikten sonra yüzüne doğru çıkmaya başladı. Ahu ise kaskatı kalmış, adeta kilitlenmişti. Ondan ne kadar uzaklaşmaya çalışsa o kadar kendine çekiyordu.