Telefonun kesilme sesi geldikten sonra bir süre daha kulağımda tutarak boşluğa bakmaya devam ettim. Usulca telefonu kulağımdan indirdim ama hala boşluğa bakmaya devam ediyordum. Işıl'ın sesiyle irkilerek ona döndüm.
"Ne oldu kızım? Kimdi arayan?"
"Gönderen."
"Ne?"
"Çok garip bir sesi vardı. Hayatının son güzel günlerini geçir çünkü her şey değişecek dedi. Kim olduğunu sorduğumdaysa Gönderen olduğunu söyledi."
Işıl söylediklerimi algılayabilmek için bir süre sessiz kaldı. O da az önce benim boşluğa baktığım gibi suratıma bakıyordu.
"Biz başımızı nasıl bir belaya soktuk?"
Işıl'ın cümlesi beynimde bir kuyuya bağırmışsın gibi yankılanmaya başladı. Kafamın içinde somut şekilde dönüp duruyordu. Günlerdir yaşadıklarımızı düşünmekten kafayı yemeye çok yaklaştığımı hissediyordum. Mektubun gelişi, cevaplarımız, aldığımız cevaplar... Hepsi beynimde kronolojik olarak tekrardan işleniyordu. Sadece insani davranarak yardımda bulunmak istemiştik. Bir anda beynimde bir ışık yandı.
"İyi de arayanın Gönderen olduğunu nerden biliyoruz?"
"Nasıl yani?"
"Yanisi şu, belki biri bize şaka yapıyor."
"Kim, neden böyle bir şey yapsın? Zaten kimse bilmiyor ki. Sen, ben ve Mehmet dışında kim biliyor? Başkasına söyledin mi?"
"Söylemedim. Mehmet birilerine ağzından kaçırmış olamaz mı?"
"Tamam Mehmet geveze biri olabilir. Ama bizim için önemi bir olayı da gidip başkalarına anlatmaz."
"Haklısın. Sadece sesli düşündüm. Özür dilerim. Ama numaramızı nerden buluyor?"
"Belki de baştan beri tanıdığımız biriydi."
İkimizde dehşete uğramış şekilde birbirimize bakmaya başladık. İkimizin hayatında bunu yapabilecek çok az kişi vardı.
"Bizi buldu mu yani?!"
"Şiişt. Dur bakalım. Hemen aklına kötü şeyleri getirme. Belki de gerçekten şakadır."
Işıl'ın sakinleştirmek için söyledikleri beni sakinleştirmek şöyle dursun daha da paniklememe sebep oldu. Bana sarmış olduğu kollarının arasından sıyrılıp ayağa kalktım. Odanın içinde bir o yana bir bu yana, hızlı hızlı yürümeye başladım.
"Buldu beni! Kesin buldu! Ne yapacağım ben şimdi? O eve geri dönemem! Anlıyor musun? Ölsem o eve dönemem!"
"Sakin olur musun? Daha hiçbir şey bilmiyoruz. Ayrıca öleceğimi bilsem o adamın seni alıp götürmesine izin vermem. Duyuyor musun beni?"
Işıl artık önüme geçmiş beni sarsmaya başlamıştı. Ben ise bir histeri nöbetine tutulmuş haldeydim. Onu duyuyor ama algılayamıyordum. O evin duvarları, odaları, sanki oradaymışım gibi etrafımı sarmaya başladı. Sesler, babamın sesleri kulağıma doluyordu. Bana ettiği lanetler, suçlamalar... Kulaklarımı tıkmam fayda etmiyordu. Çığlık atıyordum ama susmuyordu.
"Ahu kendine gel! Bana bak!"
Ne ona tepki verebiliyor ne de kendime gelebiliyordum. Güçlü kollar, babamın kolları beni sarıyordu. Nefesimi kesmek istercesine sıkıyordu. Kurtulmaya çalışsam da fayda etmiyordu. Beni bulmuştu. Hep bulurdu. Ondan asla kaçamayacaktım. Kollardan zar zor kurtularak odanın köşesine çöktüm. Yalvarmıyordum. Çünkü yalvarmak hiçbir zaman fayda etmezdi. Bunu bilecek kadar çok kez maruz kaldığım durumlardı bunlar.