ATAK

35 8 29
                                    

Ne yazacağımızla ilgili düşünüyorduk. Mektup adeta evimize bir kara bulut gibi çökmüştü. Son iki saattir ortamda en ufak bir ses yoktu. Sessizliği evimizin çalan zili bozdu. Işıl bir rüyadan uyanıyormuş edasıyla irkildi. Kalkıp kapıya yürüdü. Az sonra yanında Mehmet ile birlikte salona geldi. Mehmet ikimizde de bir farklılık olduğunu fark etti.

"Ne bu hal? Ne oldu size?"

"Ya bu sabah bize..."

Hızla Işıl'ın sözünü kestim.

"Önemli bir şey yok! Sadece biz Işıl'la biraz tartıştık."

Sözlerimin üzerine Işıl bana soran gözlerle bakıyordu. Zaten hoşlanmadığım ve asla güvenmediğim Mehmet başımıza gelen bu durumu anlatacağım son insan olabilirdi. Işıl'ın bana yaptığı kaş göz hareketlerine aldırmadan masadaki zarfı elime alıp odama geçtim.

Mektubu her harfini ezberleyecek kadar dikkatle, tekrar tekrar okudum. Her okuduğumda kendimi daha da kötü hissettim. Daha önce hiç karşılaşmadığım bir insanın yalnızlığı beni boğuyordu. Yalnızlık bir vücut bulup kocaman elleriyle boğazımı sıkıyor, nefes almamı engelliyordu. Hiç tanışmadığım bir insan için korkuyordum. Belki de bu korku geçmişime gömdüğümü düşündüğüm şeylerin tekrar gün yüzüne çıkmasına karşı duyduğum korkuydu.

Anılarımın gözümün önüne gelmeye hazırlandığını hissettim. Oda küçülmeye ben içinde sıkışmaya başladım. Panik atağımın beni sarmak üzere olduğunu anladım. Şuan hiç sırası değildi. Kesik kesik nefes almaya başladım. Bir süre sonra ise alamıyormuş gibi hissetmeye. Zar zor kapıyı açtım. Işıl ve Mehmet'in salondaki sesleri bana sanki metrelerce uzaktalarmış gibi geliyordu. Onları duyuyor ama algılayamıyordum. Geçmem gereken koridor gözümde uzayıp kısalıyor, genişleyip daralıyordu.

Işıl'a seslenmeyi denedim. Ağzımı bunun için açtığıma, bağırdığıma çok emindim ama hiç sesim çıkmıyordu. Ellerimle koridorun duvarına tutunarak bir adım atabildim. Bir iki adım ilerlemişken koridor duvarı sona erdi. Elim boşluğa denk gelince yere yığıldım. Hatırladığım son şey karanlıktı.

***

Sesler...Bir sürü ses...Çok uzaklardan gelen sesler...Gözkapaklarım üstlerinde tonlarca ağırlık varmışçasına açılmamak için direniyorlardı. Çevremde bir sürü ses duyuyordum. Konuşmalar. Anlamsız bir sürü kelime. Bir süre dinlediğimde bunların Işıl ve Mehmet'in sesi olduğunu anladım.

Gözkapaklarımla verdiğim savaşı kazanarak gözlerimi araladım. Beyaz bir tavan görüyordum.

"Ahu, nihayet uyandın! Beni nasıl korkuttun biliyor musun?"

Işıl oturduğu yerden uçarcasına kalkıp boynuma sarıldı. Çevreyi algılamam biraz sürdü. Mehmet'te kalkıp yatağımın ayakucuna geldi.

"Korkuttun bizi baldız. Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Nerdeyim ben?"

"Seni öyle koridorda baygın görünce hemen hastaneye getirdik. Doktorlar kontrol etti. Görünürde bir sorun yok. Atak geçirmişsin sadece. Serumun bitince çıkacağız"

Söyledikleriyle Işıl'a döndüm. Bana masumca bakıyordu. O da ben de bu durumun mektuptan dolayı olduğunu biliyorduk. Işıl'la çok uzun zamandır arkadaştık. Birbirimizin hayat hikayesine oldukça hakimdik. Bu mektupta ikimizin de hayatının belli dönemlerinin izleri vardı. O mektuba cevap vermek, o kişiye ulaşmaya çalışmak izlerimizi kanatacaktı belki ama bir hayatı kurtarmak için buna razı olabilirdik. Kendi hayatlarımızı kurtarmak için birbirimize sarılmış güç almıştık. Ama belli ki mektubu gönderenin sırtını yaslayacağı kimsesi yoktu. Kimse onu düştüğü dipsiz kuyudan çıkarmak için el uzatmıyordu.

ÇİFTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin