"Haechan, Haechan, Haechan... Haechan. Haechan, Haechan."
Mark ayaklarını sallandırmaya devam etti oturduğu yerden aşağı. Ne zaman çıktığını bilmediği bir apartmanın tepesinde oturuyor, boşluğa bakıyordu. Alttan arabalar ve insanlar vızır vızır geçiyordu.
Mark yavaşça ayağa kalktıktan sonra yürümeye başladı. Dengesini kolayca sağlayabilen biri olduğu için arada yalpalasa da aşağı düşmemişti şimdiye kadar. Ellerini iki yanına açtı, kendi uydurduğu "Haechan" şarkısını mırıldanarak yürümeye devam etti kenarlarda.
En alt kattan kendisine bakan siyah saçlı, uzun boylu bir bedeni gördüğünde sırıtmıştı.
O sırada Donghyuck koşa koşa binanın en üstüne çıkmış, çatı katının kapısını gürültüyle açarak Mark'tan birkaç metre uzakta, korku içinde bakmaya başlamıştı ona.
"MARK! Mark Lee!"
"Haechan?"
Göz göze geldi ikili. Donghyuck'un hayret içinde gözleri büyümüş ve dolmuş, yanakları ıslanmıştı gözyaşlarından.
Mark, aşık olduğu çocuğa uzun uzun baktı. Çatının ucundan ayrıldı, yanına yürüdü.
"Bir şey mi oldu, Haechan? Yüksekten korkar mısın?"
Ellerini yanaklarına yerleştirip dudaklarını birleştirirken mırıldandı.
Donghyuck, dudakları üzerinde hissettiği yumuşak baskı ile ağlaması şiddetlenmiş, hıçkırıkları arasında ellerini göğsüne koymuştu büyüğünün. Mark birkaç saniye sonra geri çekildi, geri geri adım atarak çatının kenarında durdu. Yine ellerini iki yana açmıştı ama bu sefer sırıtıyordu.
Korkunç bir sırıtma hakimdi yüzüne.
"Haechan! Benim güzel güneşim! Sen sadece benim sevgilimsin, anlıyor musun? Benden başkası sana dokunamaz!"
Mark'ın gözlerinde büyüyen alevlerin her yanını sardığını hissetmişti küçük olan, yutkundu ve bir adım öne çıktı. Rüzgar artmış, Mark bilerek yalpalamaya başlamış, Donghyuck korku içinde gözlerini büyütmüştü.
"Mark yapma yalvarırım. On üçüncü kattasın! Lütfen, bana gel, oraya gitme! MARK!"
Mark'ın yüzündeki sırıtma gittikçe büyürken kendini yavaşça aşağı, boşluğa bıraktı.
Donghyuck ise hıçkırıkları arasında öne atılmış, sevdiği çocuğu kurtarabilmek için elini aşağı doğru uzatırken haykırmaya başlamıştı acı içinde.
Gözyaşları usul usul akarken elini havada, kendini yatağında buldu Haechan.
"Bir rüya mı... Sikeyim böyle rüyayı."
Küçük beden yatağından zorlukla kalktıktan sonra gözlerini ovuşturdu, üstündeki yorganı tekmeledi ve odasından ayrıldı.
Mutfağa geçerken annesini görmüştü. Ona zoraki gülümsedi ve masanın önündeki sandalyelerden birine bıraktı kendini. Annesi onu fark ettiğinde telefonunu kapatıp oğluna gülümsedi.
"Günaydın bir tanem. Bir şey mi oldu? Bu halin ne böyle, benzin atmış. Luhan'ın yanına gitmek ister misin?"
"Hayır anne, sağ ol... Korkunç bir rüya gördüm sadece, kafam karışık." Donghyuck alnını ovuştururken mırıldandı, o sırada annesi gelip yanındaki sandalyeye oturdu.
"Hm... Az önce, tahmin et bakalım kimle konuşuyordum."
"Mark ile mi?"
"Hayır yahu. Luhan'ın ailesi gelecekmiş yarın. Bir iki hafta kalıp gideceklermiş. Misafirliğe çağırayım diyorum. Sen ne dersin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli manolya // nct dream ✔️
Fanfiction[bxb] Renjun, Jeno ve Jaemin'den kaçıyordu. Chenle, Jisung ile oynuyordu. Donghyuck, Mark'ı ciddiye alamıyordu. Aslında her şey normal bir üniversite öğrencisinin yaşayacağı türdendi. Ama Jisung bilmiyordu ki bu yaz tatili sağ salim bitmeyecekti. ...