Güzün ilk yağmur damlası minik burnuna düştü ıssız sokaklarda yürürken. Gözleri dolu doluydu, tıpkı gri bulutlar gibi.
O uzun boylu, siyah saçlı gençti yürüyen işte.
Siyah saçlarının arasından kayıp giden ince yağmur damlaları boynuna değiyor, kıyafetini ıslatıyordu.
İç çekti fakat bu iç çekiş acıklıydı. Bir vâveyla gibiydi. Sonra yavaşça başını kaldırdı ve bulutlara baktı. Yüzünün her bir karesini öpen yağmuru sevmişti ama bunu belli etmek için güçsüzdü, üşüyordu.
Başını tekrar önüne çevirdiğinde etrafını saran silahlı adamlara şaşırdı. Polis üniformaları içinde onlarca adam ve kadın, ellerinde çeşitli silahlarda etrafını kuşatmışlardı. Polislerden biri seslendi.
"Ellerini kaldır ve yere çök!"
Uzun boylu, siyah saçlı genç adam yavaşça denilenleri yaptı. Yine de şaşırmıştı. Neler oluyordu? Başının arkasında hissettiği bir şok hissiyle gözleri karardı, yere yığıldı.
Uyandığında beyaz bir tavan ile bakışıyordu. Tüm vücudu uyuşmuştu, büyük ihtimal polislerden biri ensesine elektroşok silahıyla dokunmuş ve onu bayıltmıştı.
Tekrar iç çekti ve ayağa kalkmak istedi. Bunu, zayıf vücudunu saran beyaz bir kumaş parçası engellemişti. Kurumuş dudaklarını arayıp esnerken bomboş, beyaz bir odada olduğunu fark etmişti. Odada olan şeyler yalnızca bir yatak ve kendisiydi.
Odanın kapısı yavaşça açıldığında gözlerini oraya dikti. Ensesindeki sarı saçları, uzun boyu ve yakışıklı görünümüyle oldukça dikkat çekici bir adam girmişti içeri. Doktor önlüğü giyiyordu. Adam temkinli adımlarla içeri girip yataktaki zayıf bedenin önünde durdu, şefkatle gülümsedi.
"Merhaba ufaklık, ben Seo Youngho. On iki yıldır bu hastanede çalışıyorum- doktorum yani. Senin doktorun, sekiz yıldır hem de."
Youngho, çocuğun yanına her gelişinde kendisini tanıtmak zorunda kalıyordu çünkü hastası olan bu zayıf bedenin akli dengesi yerinde değildi.
Küçük olan ürkekçe dudaklarını birbirine bastırdı, yatakta geriledi. Bunu gören Youngho şaşırsa da çabuk toparlanmış ve çocuğun siyah saçlarını nazikçe okşamıştı.
"Senin doktorun ama aynı zamanda arkadaşın, hatta belki abin olmak istiyorum. Hadi bana kendini tanıt şimdi, hm?"
Ses tonu derin ve yumuşacıktı, güven veriyordu. Küçük olan, saçları arasında gezinen büyük elin onu rahatlatmasına izin verdi.
"Ay... ayna..."
"Oh, bir ayna mı istiyorsun?" Youngho elini yumuşak saç tellerinden ayırıp önlüğünün cebinden telefonunu çıkardı, kamerasını açıp yataktaki bedenin kucağına bıraktı.
"Buradan kendine bakabilirsin, ufaklık."
Kucağına bırakılan telefona başını eğdi ve yüzünü inceledi küçük olan. Gözlerinin altı mosmor olmuştu, dudakları çatlamış ve ten rengi solmuştu. Boynuna siyah boyayla kazınmış dört rakam dikkatini çekti: 1707.
Görünüşü kendisini tatmin edince telefondan Youngho'ya çevirdi gözlerini. Doktor, kendisinden hâlâ bir cevap bekliyordu yumuşak bir gülümsemeyle.
"1707, değil mi? Bence çok sevimlisin."
Az önce saçlarının arasında gezinen eli bu sefer yanağına, ardından rakamların bulunduğu pürüzsüz tene dokundu. Gülümsemesi solmuştu odadan çıkıp küçük bedeni yalnız bırakırken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli manolya // nct dream ✔️
Fanfiction[bxb] Renjun, Jeno ve Jaemin'den kaçıyordu. Chenle, Jisung ile oynuyordu. Donghyuck, Mark'ı ciddiye alamıyordu. Aslında her şey normal bir üniversite öğrencisinin yaşayacağı türdendi. Ama Jisung bilmiyordu ki bu yaz tatili sağ salim bitmeyecekti. ...