"Yavrularım, eğer istediğiniz başka bir şey yoksa ben yatıyorum. Siz de geç yatmayın."
"Tamam anne~"
"Tabii, Minrae teyze."
Minrae gülümseyerek yatağa yayılmış, kurabiye kemiren iki çocuğa baktı. İyi geceler dileyip odadan çıktığında Donghyuck ve Mark yalnız kalmıştı Donghyuck'un odasında. Saat gece onu geçiyordu, yaz tatilinde oldukları için geç yatmalarına kızmıyordu Minrae.
Kurabiyeleri bittiğinde Donghyuck boş tabağı alıp masasına bıraktı, ışığı söndürdü. Kendisi için hazırladığı yer yatağına rahatça yayıldığında Mark da iç çekip Donghyuck'un yatağına uzandı.
Kolu giderek iyileşiyordu ve bu durumdan hiç hoşnut değildi Mark. Haechan'ını bırakıp evine dönmek istemiyordu.
Derin bir nefes verip tavanda gezinen gözlerini yere çevirdi. Küçük bedenle göz göze geldiğinde şaşırdı önce, yine de hemen gülümsedi.
"Çok güzelsin, Haechan."
Bu iltifata karşılık Donghyuck'un yanakları pespembe kesilse de oda karanlık olduğu için belli olmamıştı.
"Hey, söylesene Mark..."
"Hm?"
"Beni neden seviyorsun?"
Günlerdir aklını yiyip bitiren soruyu sorabildiğinde rahatladı küçük olan. Yine de alacağı cevaptan korkmuyor değildi.
Mark, tereddüt etmeden cevap verdi.
"Çünkü Haechan, sen benimsin."
Mark, yüzündeki sıcacık gülümsemeyle biraz sağa dönüp Donghyuck'a baktı. Karanlık olduğu için yüzünü seçemiyordu pek, gerçi bu onun için önemli değildi.
Donghyuck korkmakta haklıydı. Mark'ın sesindeki netlik korkunçtu, sanki yandere gibiydi. Donghyuck bu tip insanların yalnızca animeler veya kitaplarda olduğunu biliyordu (en azından öyle bilmek istiyordu). Titrek bir nefes verip zorlukla da olsa gülümsemeye çalıştı.
"Peki... Ben senin aşkına karşılık vermezsem, başka biriyle olursam? O zaman ne olurdu?"
"Cidden çok üzülürdüm."
Donghyuck, karanlıkta Mark'ın yüz ifadesini seçemediği için şanslı mıydı yoksa şansız mı, bilmiyordu.
Mark konuyu değişmek istedi.
"Baban ne yaptı size?"
Tamam, bu ani soruyu Donghyuck kesinlikle beklemiyordu ama Mark'ın bilmeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Onun görmeyeceğini bilse bile omuzlarını silkti.
"Ben sekiz yaşındayken annemi aldatmış. Annem boşanmak istemiş ama babam bırakmamış onu. Aslında anneme el kaldırdığını hiç görmedim, aynı şekilde bana da. Aslında asla şiddet yanlısı bir adam olmadı, ama neden silahla beni tehdit ettiğini bir türlü anlamadım..."
Mark onaylarcasına mırıldandı.
"Mark, ben..." Donghyuck hafifçe gülümserken gözlerini yataktaki siyah saçlı bedende gezdirdi. "Aşkı şimdi düşünemiyorum ama, eğer aşık olacağım biri olsaydı bu sen olurdun."
Halbuki zaten hayatında biri vardı.
Mark, duyduklarına karşı sevinçle gülümsedi. İçi sıcacık olmuştu. Yataktan yere biraz daha eğilip bir elini küçük olanın yüzünde gezdirdi narince. Parmakları, küçüğün dudaklarına değdiğinde ikisi de heyecanla nefeslerini tutmuşlardı.
"Hey, Haechan... Bir kere öpebilir miyim?" Sesi fısıltıdan farksızdı.
Küçük olan buna itiraz edemeyince Mark yavaşça yanına indi. Donghyuck da oturur pozisyona geçti, yaralı olanın fazla zorlanmaması için.
Dışarıdan bakılınca sadece dudaklarının değdiği sanılabilirdi, öyle değildi. Saf, masum(?) aşkı tadıyordu Donghyuck. Hiç hissetmediği(?) o baş döndürücü sıcaklığı, bir bacağının üstünde narince gezinen elde; dudaklarına kapanan ve hareket etmeden, sabırla bekleyen dudaklarda buluyordu.
Ufacık öpüşmeleri bittiğinde alınlarını birleştirdi Mark, küçük ellerden birini kavradı ve parmaklarını kenetledi.
"Teşekkürler güneşim."
"A-asıl ben teşekkür ederim, beni böyle sevdiğin için."
Mark gülümseyip son kez öptü yumuşacık dudakları. Bir öpücük, bir öpücük daha derken Donghyuck'un sırtı yeri bulmuş, Mark da üstüne yerleşmişti dikkatle.
Sonunda dilleri birbirini bulduğunda Donghyuck kısık sesle inledi.
Kabul etmek istemese bile vücudu Mark'ın dokunuşları için yanmaya başlamıştı. Öte yandan onun yaralı koluna zarar vermek istemiyordu, bu yüzden arzu dolu isteklerini bir kenara bırakmak zorunda kaldı ve başını yana çevirerek öpüşmeyi sonlandırdı. Fakat boynunu süslemeye başlayan öpücükleri hesaba katmamıştı.
Mark, hafif esmer, sıcacık tende defalarca gezdirdi dudaklarını. Donghyuck'un bağımlılık yapan tatlı kokusuna aşık olmuştu, kendinden geçmiş gibiydi, tek kelime ile büyülenmişti. Daha fazla dokunmak istiyordu ona ama bunun için önce izin alması lazımdı altındaki güneşinden.
"Haechan, daha... daha fazla dokunmama izin ver sana. İnan bana, bilerek canını yakmam, asla. Tek bir gözyaşının bile düşmesine izin vermeyeceğim."
Dudaklarını boynundan çekip pespembe kesilmiş yanaklara sürttü.
"Sana aşığım, güneşim."
Geri çekilip alev almış yanakların üstünü narince süsleyen inci damlalarını sildi nazikçe.
Bu kadar sevgiye karşılık Donghyuck kendisini tutamamıştı elbette. Kollarını sıkıca sardı Mark'ın boynuna, cevabını konuşarak değil, yumuşak dudaklara kapanarak verdi. Ne annesinin yan odada yattığını umursadı, ne Mark'ın yaralı omzunu.
O gece Mark, kendini Donghyuck'un en diplerine kadar gömerken ikisi de oldukça huzurluydu.
Beraber tadacakları son huzurun bu olması çok acıydı, fakat elbette ikilinin bundan haberi yoktu.
Bu yüzden yazar, ilk ve son sevişmelerini yaşamalarına ve birbirlerinin tadını doya doya almalarına izin verdi. Sonuçta zaten Donghyuck'un ilişki içinde olduğu biri vardı, önceden belirtildiği gibi.
"Ah Hae- Donghyuck, çok tembelsin. Çok..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli manolya // nct dream ✔️
Fanfiction[bxb] Renjun, Jeno ve Jaemin'den kaçıyordu. Chenle, Jisung ile oynuyordu. Donghyuck, Mark'ı ciddiye alamıyordu. Aslında her şey normal bir üniversite öğrencisinin yaşayacağı türdendi. Ama Jisung bilmiyordu ki bu yaz tatili sağ salim bitmeyecekti. ...