VI
Karanlık Henüz Dağılmamış
İvan Fyodoroviç, Alyoşa'dan ayrılınca doğruca eve, Fyodor Pavloviç'in evine gitti. Ama garip şey, içini birdenbire dayanılmaz bir sıkıntı kapladı. İşin tuhafı bu sıkıntı onu eve yaklaştıran her adımda bir kat daha artıyordu. Tuhaflık sıkıntıda değil, İvan Fyodoroviç'in bu sıkıntının nereden kaynaklandığını anlayamamasındaydı. Eskiden de sık sık canının sıkıldığı olurdu. Ertesi gün, onu burada tutan bütün bağlarını kopararak yolunu değiştirmeye, yani hiç bilmediği bir âleme girmeye hazırlanıyordu. Tekrar, önceleri olduğu gibi, yeni umutlar besleyecek, hayattan çok, pek çok şey bekleyecekti; ama ne beklediğini, neler istediğini bir türlü bilemeyecekti. Gene de o anda, yeni, bilinmedik özlemin etkisi altında olduğu halde, içini kemiren başka bir şey vardı. "Baba evine karşı duyduğum nefret olmasın bu?" diye düşündü. "Buna benziyor; buradan öylesine soğudum ki, bugün bu uğursuz yere son olarak ayak basacağım halde gene de tiksinti duyuyorum..." Ama hayır, o da değil! Belki de Alyoşa ile vedalaşmaları ve aralarında geçen konuşmaydı?.. "Bunca yıl bütün dünyaya karşı sustum, sustum, kimseyi açılmaya değer bulmadım da şimdi durup dururken saçmalayıverdim." Gerçekten bu genç, tecrübesiz bir varlığın, içindekileri gereken şekilde açıklamayı beceremediği için kendi kendine duyduğu öfke olabilirdi, hele bu Alyoşa gibi bir insana karşı olursa... Şüphesiz can sıkıntısında bunun da payı vardı, hatta mutlaka vardı, ama gene de tam o değildi. "Bulantı verici bir can sıkıntısı, ama ne istediğimi bir türlü bilemiyorum. Hiç düşünmesem daha iyi..."
İvan Fyodoroviç "düşünmemeyi" denedi, ama bu da kâr etmedi. İçinde bulunduğu durumun onu en çok kızdıran yanı, can sıkıntısının ona yabancı, tamamen dışında bir nitelik taşımasıydı. Önünüze dikilmiş gereksiz bir varlık ya da eşya gibiydi bu. Tıpkı bazen gözünüzün önünde duran, ama konuşmanın coşkunluğuna kapılarak düzeltmeyi akıl etmediğiniz bir aksaklığa benziyordu; yere düşmüş bir mendil, dolaba kaldırılmış bir kitap, vs. gibi; çoğu zaman pek önemsiz, hatta gülünç şeylerin hem farkına varmaz, hem de çevrenizde bir düzensizlik olduğunu hissederek sıkılır, rahatsız olursunuz nerdeyse... Neden sonra bunu fark ederek yerine koyarsınız.
Sonunda İvan Fyodoroviç, sinirleri gerilmiş bir halde baba evine ulaştı. Kapıya tam on beş adım kala, ansızın, onu üzen, keyfini kaçıran şeyin ne olduğunu anladı.
Kapının önünde, tahta sırada, uşak Smerdyakov akşam keyfi yapıyordu. İvan Fyodoroviç ona bakar bakmaz içindeki rahatsızlığın uşak Smerdyakov'dan geldiğini, bu adama dayanamadığını anladı. Birdenbire her şey aydınlanıverdi. Daha demin Alyoşa Smerdyakov'la karşılaşmasını anlatırken yüreğine kötü bir duygu saplanıvermiş, sinirlenmişti. Konuşmaları sırasında Smerdyakov olayı sadece küllenmişti. İvan Fyodoroviç, Alyoşa'dan ayrılıp yalnız başına ev yolunu tutunca içinde aynı duygu yeniden kabarmaya başladı. Olanca hırsıyla, "Nasıl olur da böyle bir mendebur beni bu derece rahatsız eder!" diye düşündü.
Aslına bakılırsa, İvan Fyodoroviç son zamanlarda, hele şu son günlerde bu adamı gerçekten çekemez olmuştu. Hatta içinde gitgide ona karşı bir nefret kabardığını fark ediyordu. Nefret duygusunun artması belki de İvan Fyodoroviç'in ilk geldiği sıralar durumun tam ters olmasından ileri geliyordu. O sıralar İvan Fyodoroviç, Smerdyakov'a özel bir ilgi göstermiş, hatta onu çok ilgi çekici bulmuştu. Smerdyakov'u kendisiyle konuşmaya alıştırdı. Gene de adamın sersemce hallerine, daha doğrusu içini kemiren tedirginliğe her zaman şaşıyor, böyle bir "hayat seyircisi"ni durup dinlenmeden rahatsız edenin neler olabileceğini anlayamıyordu. Felsefeyle ilgili konular üzerine tartışırlarken dünyanın yaratılışına geldiler; güneş, ay ve yıldızlar dördüncü gün yaratıldığına göre ilk gün ışığının nereden geldiğini konuştular. Ama İvan Fyodoroviç, güneş, ay ve yıldızlar çok ilginç bir konu olduğu halde Smerdyakov için ancak üçüncü derecede önem taşıdığını, kafasında bambaşka şeyler olduğunu hemen anlamıştı. Sınırsız onur düşkünlüğü daha o zamanlardan baş vermeye başlamıştı. İvan Fyodoroviç bundan hoşlanmadı. Smerdyakov'a karşı nefreti de böyle uyandı. Daha sonra evdeki tatsızlıklar, Gruşenka olayı, Dmitri ağabeyiyle meseleler, bir sürü telaş, üzüntü geldi... Bunlar üzerine konuştukları da olurdu. Smerdyakov bu konularda her zaman büyük bir heyecan gösterdiği halde, niçin böyle davrandığı bir türlü anlaşılmıyordu. Ayrıca, bazen, elinde olmadan açığa vurduğu, ama gene de tam olarak anlaşılmayan isteklerinin mantıksızlığına, karışıklığına şaşmamak mümkün değildi. Smerdyakov hep sorguya çeker gibi konuşuyor, soruları dolambaçlı, besbelli önceden hazırlanmış şeyler oluyordu. Ama bunları ne diye sorduğunu açıklamıyor, çoğu zaman da sorgusunun en hararetli anında bambaşka bir konuya geçiyordu. İvan Fyodoroviç'in sabrını taşıran ve Smerdyakov'dan nerdeyse nefret ettiren şey, adamın ona karşı aşırı ölçüde senlibenli davranması oldu. Üstelik bu senlibenlilik gitgide artıyordu. Terbiyesini bozduğu söylenemezdi; tam tersine, her zaman çok saygılı konuşuyordu. Ama ne olursa olsun, Smerdyakov'un kendisini İvan Fyodoroviç'le —neden ve ne bakımdan olduğunu Tanrı bilir— fikir arkadaşı saydığı anlaşılıyordu. Onunla konuşurken aralarında gizli, önceden konuşulmuş, yalnız ikisinin bildiği ve etrafta kaynaşıp duran basit ölümlü yaratıkların akıl erdiremeyeceği şeyler varmış gibi davranıyordu. İvan Fyodoroviç gene de içinde artan nefretin gerçek nedenini bir türlü bulamıyordu; bunun ne olduğunu ancak son zamanlarda anlayabildi. Hırçın bir halle, tiksinerek ve Smerdyakov'u görmemiş davranarak geçmek istedi. Ama Smerdyakov ayağa kalktı, İvan Fyodoroviç sırf bu hareketinden, uşağın onunla özel olarak konuşmak istediğini anladı. Yüzüne baktı, durdu. Az önce düşündüğü gibi geçip gitmediği için de kendi kendine kızdı. Smerdyakov'un solgun, hadımlarınkine benzeyen suratını, özenle taranmış şakaklarını, alnında kabartılmış saçlarını öfkeyle, nefretle süzdü. Uşak hafiften kısılmış sol gözüyle sanki gülümsüyor, "Nereye gidiyorsun, geçemezsin işte! Bilmiyor musun, bizim gibi iki akıllı insanın konuşacakları var..." demek istiyordu. İvan Fyodoroviç silkindi. "Defol karşımdan kerata, senin akranın mıyım, hayvan!" diye bağırmak üzereyken nasıl olduğunu kendisi de bilmeden usul usul, hiç beklenmeyen bir şekilde,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karamazov Kardeşler
General FictionDostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler'i tamamladığında, Rus yazınında 'felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığının bilincinde değildi. Dostoyevski'nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün dor...