Dördüncü Bölüm -9

209 4 4
                                    

VI

Savcının Konuşması. Tahliller.

İppolit Kiriloviç konuşmasına sinirli bir ürperti içinde, alnıyla şakaklarından ter boşanarak, nöbet geçirir gibi bir halde başladı. Bunları sonradan kendisi söylüyordu. Bu konuşmayı tam bir chef d'oeuvre, hayatının chef d'oeuvre'ü, kuğunun son şarkısı sayıyordu. Gerçekten, dokuz ay sonra veremden giden İppolit Kiriloviç ölümünü önceden kestirebilseydi, son şarkısını söyleyen kuğuyla yaptığı benzetmede ne kadar haklı olduğunu anlardı. Konuşmasına bütün kalbini, olanca zekâsını döktü. Medeni duygulara ve "belalı" konulara da kişiliğine göre yabancı olmadığını göstermişti fukara... Konuşması bütün gücünü içten oluşundan alıyordu. İppolit Kiriloviç sanığın suçluluğuna yürekten inanmıştı. Görevi gereği değil, işlenen suç için "öç alma" isteğiyle, "topluluğu korumak" amacıyla suçlamıştı onu. Hatta İppolit Kiriloviç'e düşmanca duygular besleyen bayanlar çevresinde bile konuşmasının uyandırdığı olağanüstü etki inkâr edilemedi.

Okumaya çatallı, zaman zaman kopuveren bir sesle başladı, ama az sonra sesi kuvvetlendi, bütün salonu doldurdu. Bitirdiği zaman nerdeyse bayılacak haldeydi.

— Sayın jüri üyeleri, diye başladı Savcı. Rusya çapında ilgi uyandıran bu davanın bu kadar üstünde durulacak, dehşete düşülecek nesi vardı, düşünmek gerekir; özellikle, böyle olaylara artık iyice alışmış olan bizim toplumumuz için! Esasen işin en korkunç tarafı bu derece meşum olayların bile bizim için dehşetini kaybetmiş olması. Falanca filancanın işlediği suçun değil, fakat bütün bunları kanıksamış olmamızın korkusunu duymak zorundayız. Böyle davranışlara, hiç de parlak olmayan bir yarına götüren bugünün bu çeşit olaylarına karşı kayıtsızlığımızın, hafiften almamızın sebeplerini nerede aramalı? Sinizmimizde mi, henüz pek genç olduğu halde hayal kurma gücünü yitirmeye yüz tutmuş toplumumuzda mı? Temellerine kadar sarsılmış ahlak kurallarımızda mı, yoksa böyle ahlak kurallarına belki de hiç sahip olmayışımızda mı? Ben burada, hepsi birbirinden daha ıstırap verici, her biriyle her vatandaşın ilgilenmek zorunda olduğu bu meselelerin çözümlemesine kalkışacak değilim. Henüz emekleme çağında, sesi pek çekingen çıkan genç basınımızın topluma karşı bazı hizmetlerini kaydetmek yerinde olur. Basın bize sadece yeni hükümetin sağladığı imkânlar sayesinde açık olarak görülen duruşma safhalarını iletmekle kalmıyor, herkes, sınır tanımayan bir başına buyrukluğun, ahlak düşüklüğünün bütün korkunçluğunu da olanca açıklığıyla basın yoluyla öğreniyor. Gazete sayfalarında her gün okuduklarımız ne? Her an öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, bugünkü davamız bile bunların yanında sönükleşir, günlük olaya döner. Fakat en önemlisi, ağır ceza davalarının gittikçe yayılıp kökleşen toplumsal bir illet halini alması ve mücadelesi güç bir bela manzarası arzetmesidir. Bir bakarsınız yüksek muhitten genç, parlak bir subay hayatının ve mesleğinin ilk adımlarındayken, küçük bir memurla evindeki hizmetçiyi alçakça, sinsice bir maksatla kesiverir. Memur, subayın velinimeti gibidir; subay cinayeti hem borç senedini, hem memurun kalan parasını çalmak için işlemiştir. "Eğlencelerime, şuna buna para lazım ya..." İkisini kestikten, başlarının altına yastıkları yerleştirdikten sonra bir şey olmamış gibi çıkar gider... Ötede, göğsü nişan dolu genç bir kahraman, tenha bir yolda, tam haydut gibi, amirlerinden birinin annesini boğazlar. Suç ortaklarını suça kışkırtırken; kadının onu öz oğlu gibi sevdiğine, yola çıkarken sözüne uyarak hiçbir korunma tedbiri almayacağına inandırmıştır. Şüphesiz, bu bir canavardır, ama onun, zamanımızın parmakla gösterilecek tek canavarı olduğunu söylemeye imkân yoktur. Başka biri çıkar; cinayet işlememiştir, ama düşünce ve duygularıyla öldürenlerden hiç aşağı değildir, içi ötekiler gibi baştan aşağı namussuzlukla doludur... Belki de vicdanıyla baş başa kalınca, "Namus da neymiş, kan dökülse ne çıkar sanki?" diye sorar kendi kendine. Belki bana itiraz edenler, hasta, kuşkulu tabiatlı olduğumu, ölçüsüz iftira ettiğimi, sayıkladığımı, büyüttüğümü söyleyenler çıkacaktır, öyle olsa keşke. Bu herkesten önce beni memnun ederdi! İsterseniz inanmayın, beni hasta sayın, ama sözlerimi hatırınızda tutun: söylediklerim onda, hatta yirmide bir bile doğru olsa, bu kadarı bile korkunçtur. Şu bizde kendilerini vuran gençlere bir bakın: bunu Orada ne olacak? gibi Hamlet'vari sorulara kapılmadan, böyle konularla hiç ilgilenmeden yaparlar. Sanki ruhumuzla mezar ötesinde bizi bekleyen konuların zerrece ilgisi yoktur. Şu sefahate, sefahat düşkünlüğümüze bir göz atın. Davamızın bedbaht kahramanı Fyodor Pavloviç Karamazov onların yanında, yeni doğmuş bebek kadar temiz kalır... Belki bir gün Avrupalı düşünürlerin en sivrilmişleri Rus öncülüğü üzerine incelemelere girişecekler; değerli bir konudur çünkü. Ama böyle bir inceleme ancak ilerde daha uygun, geniş bir zamanda, bugünkü keşmekeş durulmaya yüz tutunca olabilecektir. Ben ve benim gibilerden daha büyük kimseler bunu mutlak bir olgunluk ve tarafsızlık içinde başaracaktır. Şimdi biz ya dehşet duyarız ya da dehşet duyar gibi görünürüz, oysa aslında gördüklerimizden sinsi uyuşukluğumuzu gıdıklayan olağanüstü, ürpertici bir heyecan duyar, zevk alırız; ya da küçük çocuklar gibi, korkunç hayallerden kurtulmak için başımızı yastığın altına sokar, kaybolmasını bekleriz. Sonra yeniden oyuna, eğlenceye dalarak unutuveririz bunları... Ama sonunda biz de aklımızı başımıza toplayarak, iç âlemimizi sıkı bir imtihandan geçirmeli, sosyal bünyemizin gerçek durumunu ortaya koymalıyız. Geçen devrin en değerli yazarı, en büyük eserinde Rusya'yı, belirsiz bir gayeye doludizgin koşan yaman bir troykaya benzetiyor. "Hey troyka, koş troyka, seni kim icat etti acaba?" diyerek gurur dolu sevinçli bir heyecanla, alabildiğine koşan bu troykanın önünde bütün milletlerin saygıyla yol açtığını ekliyor. Pekâlâ efendim, varsın açılıp yol versinler; ister saygılı, ister saygısızca yol versinler! Ama bence dahi sanatçı ya pek temiz, pek safça düşüncelere kapılmıştır ya da sadece sansür korkusundan sözünü böyle bağlamıştır. Çünkü troykasına yalnız eserinin kahramanları Sobakeviç'ler, Nozdrev'ler ve Çiçikov'lar koşulursa öne, arabacı yerine kimi oturtmalı, böyle hayvanlardan hayır mı beklenir! Hem bunlar eski zaman atları, bugünkülerle boy ölçüşemezler, siz bizimkilere bakın da...

Karamazov KardeşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin