İkinci Bölüm -5

299 6 1
                                    

IV

İsyan

— Sana bir itirafta bulunmak zorundayım, diye başladı İvan. Ben oldum olası yakınlarımı sevmek nedir bilmedim. Bence, özellikle yakınlar sevilmez de uzaklarımız sevilir. Bir zaman, bir yerde, "Merhametli Yohan"ın (bir ermiştir bu) kapısını fakirin biri çalmış. Aç, üşümüş bir halde ısınacak bir köşe istemiş. Ermiş onu kendi yatağına almış, kötü bir hastalıktan cerahatlanmış, pis kokan ağzının içine soluk vermeye başlamış. Eminim ki, bunu kendini zorlayarak, yakınını sevmek ödevini yerine getirmek için yalana katlanarak yapmıştı. Bir insanın sevilmesi için kendini göstermemesi gerekir; yüzünü gösterdi mi, sevgi ortadan silinir.

— Bundan Staretz Zosima da zaman zaman söz açardı, dedi Alyoşa. O da, insan yüzünün sevgide tecrübesiz olanlara çoğu zaman engel olduğunu söylerdi. Ama insanlığın sevgisi boldur, hemen hemen İsa'nın sevgisine benzeyen bir sevgidir bu, bunu biliyorum İvan...

— Ben henüz bilmiyorum, anlamıyorum da... Benim gibi daha pek çok insan bulunduğuna da inancım var. Ama bu, insanların kötü huylu olmalarından mı geliyor, yoksa yalnızca yaratılışları gereği mi kabul edilmeli, sorun burada. Bence, İsa'nın insan sevgisi dünyamıza göre mümkün olamayacak, mucize gibi bir şeydir. Gerçi o, bir Tanrıydı; biz Tanrı değiliz. Diyelim ki, derin bir acım var; karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime giremez, sadece bir başkası olarak kalır. Üstelik herhangi bir kimse "acı çeken" sıfatını, sanki bu bir rütbeymiş gibi, başkasına kolay kolay kaptırmaz. Buna neden razı olmaz dersin? Çünkü kötü bir kokum, anlamsız bir yüzüm var, çünkü vaktiyle ayağına basmıştım onun!.. Sonra acının çeşitleri var; velinimetim, mesela alık gibi küçültücü, beni aşağılayan acılarımı hoş görür. Ama bir düşünce uğruna acı çekmeyi bana yakıştıramaz, çünkü yüzümü düşünce uğruna acı çekenler için hayalinde canlandırdığı tipe uygun bulmamıştır. O anda beni hemen bütün iyiliklerinden yoksun kılar, üstelik bunu kalbinin kötülüğünden yapmaz. Dilenciler dışarıda hiç görünmemeli, gazete aracılığıyla dilenmelidir. Yakınlarımızı kuramsal olarak, hatta bazen uzaktan sevebiliriz, ama yakından hemen hemen hiçbir zaman sevemeyiz. Her şey sahnedeki gibi olsa, dilenciler balelerdeki gibi ipek paçavralarıyla, yırtık danteller içinde zerafetle dans ederek dilenseler, eh, o zaman zevkle seyredilebilirdi. Seyredilirdi, ama sevilmezdi. Artık yeter bu konu. Ben sadece senin de görüş noktamda birleşmeni istedim. İnsanların acılarından genel olarak söz açmayı düşünüyordum. Belki ortaya attığım görüşle on kat zayıf duruma düşeceğim, ama biz gene de sadece çocuklar üzerinde duralım. Bunda kaybeden de benim tabii. İlkin çocukların kirli, çirkin olanları (hoş, bence çocuğun çirkini yok ya) yakından da sevilebilir, ikinci olarak, çocuklar suçsuzdur; büyüklerden söz açmamamın nedeni iğrenç oluşları, sevgiyi zaten hak etmemiş bulunmaları... Buna karşılık elmayı tadarak iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu öğrendiler, "Tanrılaştılar"... Elma yemekten vazgeçmeyi düşündükleri de yok. Çocuklar bir şey bilmedikleri için henüz suçsuzdurlar. Çocukları sever misin, Alyoşa? Sevdiğini biliyorum, niçin yalnız onları ele almak istediğimi anlarsın. Yeryüzünde acı çekmeleri babalarının yüzündendir, elma yiyen babaları yüzünden ceza görüyorlar... Ama bu öteki dünyadan gelme, yeryüzünde insan yüreğine tamamen yabancı bir görüştür. Bir suçsuza, hele bu derece masum bir yaratığa başkasının günahları ödetilemez! İstersen bana hayret et Alyoşa, ben de çocukları çok severim. Şuna da dikkat et: zalim, ihtiraslı, vahşi... Karamazov cinsinden insanlar bazen çocuklara çok düşkün olurlar. Çocuklar, tam çocukluk çağında, mesela yedi yaşına kadar büyük insanlardan çok farklıdır, sanki bambaşka yaratıklardır. Hapishanede yatan bir cani tanıyorum. Geceleri hırsızlık etmek için girdiği evlerde çocuk öldürdüğü de olmuştu. Ama, hapishanede yatarken çocukları garip derecede sevmeye başlamıştı. Bütün vaktini penceresinden hapishane avlusunda oynayan çocukları seyretmekle geçiyordu. Küçüklerden birini öyle alıştırmıştı ki, yavrucak sık sık pencerenin önüne geliyordu, bayağı dost olmuşlardı... Acaba neden anlatıyorum bunları Alyoşa?.. Başım ağrıyor, canım sıkılıyor...

Karamazov KardeşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin