IV
KaranlıktaMitya koşarak nereye gitmişti? Belliydi: "Gruşenka Fyodor Pavloviç'ten başka nerede olabilirdi? Samsonov'dan doğruca ona gittiği apaçıktı artık. Bütün dolap, yalan gün gibi meydandaydı..."
Bu düşünceler Mitya'nın kafasında kasırga gibi birbirini kovalıyordu. Avluya girince Marfa Kondratyevna'ya uğramadı: "Gerek yok, oraya asla gitmemeli... ortalığı gürültüye vermemeli... Hemen yetiştirip ele verirler... Marfa Kondratyevna da işin içinde besbelli... Smerdyakov da, o da, hepsi parayla satın alınmış!" Başka bir şekil düşündü: büyük bir yarım daire çizerek sokaktan koştu, Fyodor Pavloviç'in evini, Dmitrovskaya Sokağı'nı, küçük tahta köprüyü geçti ve sokakların arkasındaki tenha bir arsada buldu kendini. Boş arsanın bir yanı komşu bostanın çitiyle, öbür yanı Fyodor Pavloviç'in bahçesinin yüksek sağlam duvarıyla çevriliydi. Mitya bir yer seçti; söylentilere göre, vaktiyle Lizaveta Smerdyaşçaya'nın duvardan atladığı yerdi burası. Nedense, aklından, "O atladıktan sonra ben de atlayamaz mıyım?" diye geçti. Gerçekten, hız alarak duvara koştu, elleri üstünde yaylanıp ata biner gibi duvarın üstüne çıktı. Bahçenin o kısmında, duvara yakın bir hamam vardı, ama evin aydınlık pencereleri duvardan görünüyordu. "Tamam, ışık ihtiyarın yatak odasında, orada o!" Mitya duvardan bahçeye atladı. Grigori'nin hastalığını, belki Smerdyakov'un da gerçekten hasta olduğunu, böylece gelişini kimsenin duymayacağını bildiği halde bir içgüdüyle durduğu yere sinerek hiç kımıldanmadan ortalığı dinlemeye koyuldu. Her yanda tam bir ölü sessizliği vardı, sanki mahsus gibi ortalıkta çıt çıkmıyordu.
Dmitri, nedense "Sadece sessizliğin fısıltısı duyuluyor" mısraını hatırladı. "Duvardan atladığımı duyan olmasa bari; galiba duymadılar da..." Bir an durduktan sonra çimenlikten yürüdü, ağaçları, çalılığı yavaşça geçti. Elinden geldiği kadar gürültüsüz, adımlarının sesini dinleye dinleye gidiyordu. Aydınlık pencereye kadar beş dakikalık yol vardı. Tam pencerelerin altında birkaç iri mürverle ak kahkaha fidanı bulunduğunu hatırlıyordu. Evin cephesinde, sol yandaki bahçeye çıkan kapı kapalıydı. Mitya geçerken bunu mahsus dikkatle inceledi. Sonunda yeşilliğe ulaşarak geriden sokuldu. Soluğunu tutarak bekliyordu. "Biraz beklemek gerek," diye düşündü. "Ayak sesimi duyup kulak kabartırlarsa aldandıklarını sanmalılar... Allah vere de aksırığım öksürüğüm tutmasa!.."
Bir iki dakika bekledi, kalbi öyle hızlı atıyordu ki, Mitya tıkanacak gibi oldu. "Bu çarpıntının biteceği yok," diye düşündü, "daha çok bekleyemem!" Bir fidanın siperinde duruyordu. Fidanın ön kısmı pencereden gelen ışıkla aydınlanmıştı. Nedenini bilmeden "Ak kahkaha, taneleri kıpkırmızı..." diye mırıldandı. Ağır, sessiz adımlarla pencereye yaklaşarak parmak uçlarında yükseldi. Fyodor Pavloviç'in yatak odası tabak gibi önünde seriliydi. Hayli ufak oda, Fyodor Pavloviç'in "Çin işi" adını verdiği kırmızı bir paravanayla ortadan bölünmüştü. Mitya, içinden, "Çin işi..." diye tekrarladı. "Gruşenka da paravananın arkasında olmalı..." Fyodor Pavloviç'i incelemeye başladı. İhtiyarın sırtında şimdiye kadar hiç görmediği yeni, çizgili bir ipekli sabahlık vardı, belini püsküllü, gene ipekten bir kuşakla sıkmıştı.
Sabahlığın yakasından temiz, zarif fanilası, altın kol düğmeleriyle ince Hollanda bezinden gömleği görünüyordu. Fyodor Pavloviç'in başında, Alyoşa'nın gördüğü kırmızı sargı vardı. "Süslenmiş," diye düşündü Mitya. Fyodor Pavloviç pencerenin yakınında, görünüşte düşünceye dalmış duruyordu. Birdenbire, başını kaldırarak bir şeye kulak kabartır gibi oldu. Ses duymayınca masaya yaklaştı, sürahiden yarım kadeh konyak koyarak içti. Ardından derin derin iç çekti, gene bir an durdu; dalgın dalgın, iki pencere arasına asılı aynaya yaklaştı. Alnındaki kırmızı sargıyı sağ eliyle kaldırarak henüz geçmemiş çürüklerle bereleri incelemeye koyuldu. "Yalnız!" diye düşündü Mitya, "yalnız olmalı..." Fyodor Pavloviç aynadan çekildi, ansızın pencereye dönerek baktı. Mitya hemen gölgeye attı kendini. "Belki de paravananın arkasında, uyuyordur..." diye düşündü. Fyodor Pavloviç pencereden uzaklaştı. Hayır, onu kolluyordu, demek ki içerde değil; olsa ne diye karanlığı gözleyecekti. "Sabırsızlıktan kendi kendini yiyor besbelli..." Mitya yeniden pencereye sokulup içeri bakmaya başladı. İhtiyar, masanın başında garip garip oturuyordu. Bir aralık dirseğini masaya dayayarak yanağını sağ avucuna yasladı. Mitya gözlerini ayırmadan ona bakıyordu. "Yalnız, yalnız!" diye tekrarlıyordu. "O burada olsa yüzü bambaşka olurdu." İşin tuhafı Gruşenka orada olmadığı için ansızın garip, anlamsız bir öfkeye kapıldı, öfkesini hemen açıkladı: "Burada olmadığına değil, burada olup olmadığını kesin olarak bilemeyişime kızıyorum." Mitya sonraları hatırladığına göre o anda zihni son derece açıktı, her şeyi en ufak ayrıntısına kadar düşünebiliyordu. İçinde bilmemenin, kararsızlığın verdiği üzüntü kabardıkça kabarıyordu. "Burada mı, değil mi?" sorusu bütün benliğini yakıyordu. Ansızın kararını verdi, elini uzatarak pencerenin pervazına hafifçe vurdu. İhtiyarın Smerdyakov'la sözleştiği gibi, iki kere ağır ağır, arkasından üç kere daha hızlı "tık, tık, tık" diye vurdu. Bu, "Gruşenka geldi" işaretiydi. İhtiyar silkindi, başını kaldırarak yerinden fırladı, pencereye koştu. Mitya gölgeye çekildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karamazov Kardeşler
General FictionDostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler'i tamamladığında, Rus yazınında 'felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığının bilincinde değildi. Dostoyevski'nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün dor...