Sabah olmak üzereydi ama hava tam aydınlanmamıştı. Dışarıda ötüşen kuşlar bir musiki oluşturarak ruha aksediyordu. Sokak lambasının ışığı tüm şavkıyla odaya vurmaktaydı. Derya başucundaki çalar saatin sesiyle uykudan uyandı ve gerinerek yataktan kalktı. Daha sonra banyoya girip suyu istediği sıcaklığa göre ayarladıktan sonra duşunu aldı ve saçlarını kurulayıp dalgalı bir şekil verdikten sonra dolaptan çıkardığı vişne çürüğü balıkçı yaka kazağı,gri pantolonu ve bordo mantosunu giyip kahverengi sırt çantasını da sırtına taktıktan sonra işe gitmek için evden çıktı. Derya küçük ama şirin bir kafede garson olarak çalışmaktaydı ve kendince iyi kötü harçlığını çıkarıyordu. Kafede her zaman için sevip sayılan bir kızdı ve herkese nezaketle yaklaşırdı. Tabii bunun yanında da içini yakıp kavuran o derin acısını kalbine gömer ve asla açığa vurmazdı.
Derya otobüsün gelmesini beklerken durakta ağaç olmuştu adeta. Zira otobüs diğer istikametlerde oturan yolcuları aldıktan sonra ancak gelirdi.
" Hadi be nerede kaldı bu otobüs? Neredeyse işe geç kalacağım " dedi oflayarak. Tam o sırada sanki içine doğmuş gibi otobüs gelmişti. Derya otobüse binip akbilini okuttuktan sonra yerini almıştı. Bir yandan akmakta olan yola bakıyor bir yandan da radyoda çalan şarkılarla uzaklara doğru dalıp gidiyordu.
Sonunda otobüs istenilen istikamete varmış ve Derya Taksim 'de inmişti. Yavaş adımlarla saçlarını savurarak yürürken çalıştığı kafeye gelmişti. Kafenin sahibi Aysel Hanım,her zamanki neşesiyle " Günaydınlar olsun deryacığım,bugün ne sessiz başladı değil mi? Birazdan yine dolup taşar burası. Malum herkes gelip gidiyor buraya. Müşterilerimizi memnun edebiliyorsak ne mutlu bizlere " dedi.
Derya da ona katılır bir düşünceyle söze başladı.
" Haklısın aysel abla. Bize düşen görev müşterileri memnun etmek. Ki bunda en büyük pay senindir. Neyse ben mutfakta işimin başına geçeyim abla " dedikten sonra askıda asılı olan önlüğü giydi ve masaları düzeltmeye başladı. O sırada acıkmış olabileceğini hissetti ve muhfakta kendine sandviç hazırlayıp yemeye başlamıştı.ki o sırada yanında çalışmakta olan arkadaşları Burak ve Nilay da gelmişti. Nilay arkadaşını şöyle bir süzdükten sonra yine her zaman olduğu gibi sitemkar tondaki konuşmasına başlamıştı.
" Kızım sen de hiç akıl yok mu ya? Hiç aç bir bünye tam anlamıyla çalışır mı? Anlaşılan kahvaltı kavramı senin için geçerli değil ama asla o öğünü atlamamalısın arkadaşım. Daha yaşın çok genç ve sen bize lazımsın " dedikten sonra gülümsedi.
Derya ise ağzında biriken lokmasını güç bela çiğnedikten sonra söze girdi.
" Valla iyi söylüyorsun,doğru söylüyorsun ama ne bileyim be arkadaşım,başında bir ailen olmadıktan sonra sana mükemmel bir kahvaltı sofrası hazırlayan,akşam iş çıkışı eve gidince ocakta yemek pişiren annen yok. Benimkisi kara kuru bir yalnızlık ama derin bir yalnızlık. O yüzden gücüm ancak buna yetiyor " dedi ve acıyla gülümsedi.
Arkadaşı Nilay, karşısında hıçkırıklara boğulan arkadaşına sımsıkı sarılıp onu teselli ettikten sonra söze devam etti.
" Yaşadıkların çok ağır ve bizde bu durumun bilincindeyiz. Seni öyle üzgün görmek bizi de çok üzüyor. Bir insanın ailesini gözlerinin önünde kaybetmesi kolay değil elbette. Sen burada derin bir acı çekiyor ve yürekten ağlıyorsun belki ama olayın faailleri elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Sen kendini bu kadar üzme güzelim,bir gün hak yerini bulacak nasılsa " dedi. Ama onun da gözleri dolmuştu.
İki kız arkadaş aralarında konuşurken arkadaşları Burak 'ta her şeyi can kulağıyla dinlemiş ve konuşmanın bitmesini sabırla beklemişti. Daha sonra aradaki konuşmanın bittiğini anlayınca espritüel bir tavırla konuşmaya başladı.
" Bu dünya elbette adalet ve hak üzerine kuruldu bu bilinen bir gerçek ama kendini bu kadar yıpratma be Dero ,müşteriler sulu göz bir garson istemezler kesin "
Derya ağlamayı bırakıp neşeyle gülmeye başlamıştı.
" Belki bu dünyada yapayalnızım ama bu dünyada sizler gibi güzel değerlere sahibim. İyi ki varsınız. Siz olmasaydınız asla toparlanamazdım" dedi ve ikisine de ayrı ayrı sarıldı ve herkes müşterilerin gelmesini dört gözle beklemeye başladı.
Vakit hızla geçmiş ve neredeyse akşam olmuştu. Kafe kapanmak üzereydi. O sırada siyah takım elbiseler giymiş iki adam kafeye geldi ve kafe sahibi Aysel Hanım ile bir köşede fısıl fısıl konuşmaya başladılar. Derya ve Nilay etrafı toplamış ve mutfakta bardakları rafa yerleştirirken Burak ise masaların arasında çar çöp var mı ona bakarken bu sessiz tondaki konuşmaya şahit oldu.
Aysel Hanım ciddi bir tavırla " Bakın beyler ,sizi çok iyi anlıyorum. Bu kafeyi yıllardır ne zorluklarla işletiyorum orasını bir ben biliyorum bir de allah " dedi.
Kumral saçlı adam,Aysel Hanımı sonuna kadar dinledikten sonra konuşmaya başladı.
" Herkes bir şekilde ekmeğini taştan çıkarmaya bakar bacım. Görüyorsun bizde Namık baba sayesinde geçimimizi sağlıyoruz. Tabii bizden alınan borç da zamanında ödenince bizde mutlu oluyoruz. O yüzden bizde babanın emriyle bize olan borcunu almaya geldik. Hadi bacım,daha fazla bekletmeden ver parayı da gidelim. Yoksa olacakları çok iyi biliyorsun " dedi.
Aysel Hanım ciddi ama bir o kadar da korku ifadesiyle siyah giyimli adamlara baktı. Bellerinde silah olan bu adamlar bir o kadar da kara kara bakmaktaydı. Başına fena bir iş geleceğini bildiği için hemen parayı getirip adamlara verdi.
" Buyrun bu borç olarak aldığı paranın tamamı. İsterseniz sayabilirsiniz"
Siyah saçlı adam para dolu zarfı alıp cebine soktu.
" Saymaya şu an gerek yok. Ki babaya asla yamuk yapılamaz. Neyse biz gidelim bacım. Rahatsız ettiysek affola "
Aysel Hanım adamlar gidince rahat bir nefes aldı. Sonuçta üstünden büyük bir yük kalkmıştı.
Ancak konuşmalara kulak misafiri olan Burak çok şaşırmıştı. Bu adamlar kimdi ve patronlarıyla ne işleri vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Parçalı Hayatlar
Mystery / Thriller" bir zamanlar ne güzeldi her şey. Sabahları annemin o güzel ve bir o kadar da sıcacık sesiyle uyanırdım. Babamla beraber ikili bir biblo gibi birbirini tamamlar ve elleri hiç ayrılmazdı. Her şey bir rüya gibiydi ve ben de o yaşımda bir rüyanın için...