avucumda açan ölü çiçekler

909 128 26
                                    

Aşkı eğer bir mevsime yansıtabilecek olsa Mark şüphesiz baharı seçerdi. Çiçeklenmiş doğa, kuşların cıvıltısı, her yerin renklenmesi.

Tamda Haechan hayatına girdikten sonra içindeki hislerin yansımasıydı bu. Ellerine her dokunduğunda avuçlarında açan beyaz ipekten çiçekler, her sesin kulağına hoş gelmesi, her yere rengarenk bakması. Yüzündeki asla düşüremediği o hoş gülümseme ve daha nicesi.

Balkonunun açık kapısı baharın asil kokusunu burnuna taşınırken elindeki fincanı yavaşça bırakarak karşısındaki çocuklara baktı.
Uzun zamandır bir araya gelmiyorlardı ve bu Mark'ın içine tarifsiz bir güven hissi doldurmuştu.
"İnanmayacaksınız ama ne öğrendim." Hendery'in son derece heyecanlı çıkan sesine karşın Xiaojun dalgın düşüncelerinin arasında önündeki işleme yaptığı pelerininden başını kaldırmış gözlerini mavi gözlere çevirmişti. Yüzüne aniden yerleşen minicik gülümseme bile Mark'ın kocaman gülümsemesine sebep olmuştu. Sahiden Haechan'ın karşısında kendiside böyle mi oluyordu?
"Geçen gün Sir Taeil'i, abinin odasından çıkarken görmüşler. Tüm geceyi beraber geçirdiklerini düşünüyor kaynaklarım." Şaşkınlıkla Mark'ın gözleri aralanırken, Dejun sadece inanılmaz hoş bir gülümsemeyle parmaklarını Hendery'in düşmüş kirpiğini almak için yüzüne çıkarmıştı. Hendery ise beklediği tepkiyi alamadığı için sinirlenmişti. Tüm gün bunu söyleyebilmek için beklemişti.
"İkinizde de bir şeyler var. Eskisi gibi dedikodu yapılmıyor sizle." Hala Dejun'un parmakları altında isyan ettiğinde istemsiz olarak Mark gözlerini kaçırmıştı. Dejun'la göz göze gelmek bile göğsüne ağır bir yumruk yemiş gibi hissetmesine sebep oluyordu. Yalanlarını sırtlamak ağır geliyordu. Her ne kadar kendine bunu Johnny'yi korumak için yaptığını söyleyip teselli etmeye çalıştıysada içi hiç rahat değildi.
Xiaojun, Hendery'in teninden ayırdığı kirpiğe hafifçe üfleyerek kaybolmasını sağladıktan sonra yüzündeki sakin gülümsemeyi biraz daha büyüterek önündeki pelerinine dönmüştü.
"Sana öyle gelmiştir. Zaten birlikte oldukları belli değil miydi?"
"Hayır bana öyle gelmedi Dejun. Bu sıralar sende ve Mark'ta bir şeyler var. Arkamdan iş çeviriyormuşsunuz gibi hissediyorum." Mark gözlerini yavaşça elleri titreyen gri saçlı çocuğa çıkardığında derin bir nefes verdi.
Bir anda parmağına elindeki iğneyi batıran Dejun'un sesi odada yankılandığında Mark'ın gözleri pişmanlıkla kapandı.
"Dikkat etsene, iyice bir tuhaf oldun rengin bile gitti." Hendery'in kızsa bile şefkatli çıkan sesi ortamı yumuşatmaya yarayamıyordu maalesef.
"Üzgünüm bir anda dikkatim dağıldı." Parmağından dökülen bir iki damla kanı silerken dudaklarından çıkan nefesle elindeki uzun kumaşı katlayıp kenarıya koydu.
"Çok acıdı mı?" Hendery iki eli arasında ufacık parmağı tutarken Dejun'un dudaklarından şirin kıkırtılar döküldü.
"Acımadı refleksti sadece." Parmağını sıkı sıkıya sarmış ellerden kurtulduktan sonra eskisi gibi şakımaya çalışmıştı.
"Terziden rica etsem yapar aslında, ama benim gibi yapamıyor, her seferinde tam istediğim bir türlü olmuyor." Önündeki dolu meyve tabağına uzandıktan sonra Hendery gülmeye başlamıştı.
"Gerçekten haklı. Terzimiz inanılmaz yetenekli ama Dejun kadar iyi yapamıyor. Haechan'ın 8. yıl kutlamalarında giydiği pelerindeki yılan işlemelerini Dejun yapmıştı. Tam tamına iki ay uğraştı onun iç-" Hendery'in omuzları gittikçe dik ve emin bir hal alırken Dejun'un ağzına sıkıştırdığı meyveyle susmak zorunda kalmıştı. Mark'ın aklına ilk öpüştüklerinde üzerinde olan o pelerin geldiğinde kulaklarının alev alacağını sanmıştı. O gece o pelerini orda bırakıp gitmişti. Bunları düşünmek bile ellerinin titremesi için yeterliydi.
"İyi değilim sadece bunu yapmayı seviyorum." Yüzü utançla al al olurken onunla dalga geçmeyi Mark hiç olmadığı kadar istiyordu.
"En son Hendery'le aranızdakileri sorduğumda bu kadar kızardığını biliyor muydun?" Karşısındaki iki gençte bu sefer olduğu yerde kaybolurken Mark bacak bacak üzerine atarak oturduğu koltukta geriye yaslandı. Keyfi düzeliyor gibiydi.
"Bana bak Mark bu mesele bu odadan dışarı çıkarsa, hele bu sıralar çok samimi olduğunuz Kral Haechan'ın kulağına giderse prens dinlemem o dilini yatağının başına çivilerim." Az önce üst üste attığı bacağı yavaşça düşerken önündeki soğumuş çaya yönelerek koca bir yudum içmişti.
Hendery'in bu şekilde söylemesi bile Mark'ı heyecanlandırmaya yetmişti. Sahiden eskisinden çok daha yakınlardı. Hatta daha bu gece Haechan karşısındaki koltukta uyumuş kimse gelmedende odasına geri dönmüştü. Ondan önceki gecede Mark uyurken gelmiş balkonda sabahlamıştı.
Hatta Mark Haechan'ın saçlarını bile istediği zaman sevebiliyor, parmaklarını özgürce dövmesinde gezdirebiliyordu.
Hala tepkilerinden, bir halinin bir halini tutmamasından çekinsede Haechan ona karşı farklıydı. Bir kere Mark'ın saçlarını öpmesine izin veriyordu. Bu kesinlikle en büyük gelişmeleriydi.
"İyi tamam be bişey demedim." Hendery aldığı onayla kolunu Dejun'un oturduğu sandalyenin arkasına atarken köşedeki üzüm tabağını önüne çekmişti.
"Ha şöyle şimdi dökül bakalım aranızda neler var?" Üzerini gizlemeye çalıştığı merakına yenik düşerken kolunun altındaki çocuktan kocaman bir kahkaha kazanmıştı.
"Cidden Hendery sen iflah olmazsın." Hendery gözlerini devirirken hala önündeki tabaktan üzüm aşırmaya devam ediyordu. Nerdeyse her gün o tabak yenileniyordu ve Mark oturupta bir kez ordan meyve yediğini hatırlamıyordu.
"Sadece barış imzaladık, eskisinden daha iyi anlaşıyoruz." Hendery'in pis pis attığı gülüşlere karşı Mark oturduğu yerde biraz daha dikleşmişti.
"Dün gece senin odana girer- neyse sen yemek yedin mi?" Odağını bir anda Dejun'a çevirdiğinde bu kadar tuhaf hareketleri olması her seferinde iki gencide şaşırtıyordu.
"Kim bu kaynakların bana bir söylesene sen." Dejun'un sert sesine karşı şaşkınlıkla açılmış gözleriyle odaya kaçırmıştı bakışlarını.
"Ondan bundan işte Dejun ne yapacaksın?"
"Benim yanımdan çıktıktan sonra kimlerle konuşuyorsun onu öğreneceğim." Mark kaşlarını şaşkınlıkla kaldırırken karşısındaki atışan iki genci izlemeye başlamıştı. Sahiden her şey gittikçe eğlenceli olmaya başlıyordu.
"Demek senin yanına geliyor geceleri? Bende neden Hendery'i odasında hiç bulamadığımı düşünüyordum." Hendery inanamaz şekilde Xiaojun'a bakarken dudaklarından anlamsız bir ses dökülmüştü.
"Bir dur sende Mark." Mark ellerini havaya kaldırdıktan sonra göğsünde birleştirmiş iki genci kavgasıyla baş başa bırakmıştı.
"Kaynaklarım yok. Kendim gördüm. Senin odana gelirken." Sesi sona doğru gittikçe kısılırken Xiaojun şaşkın bir şekilde kalmış Mark'ın dudaklarından ise koca bir kahkaha dökülmüştü.
"Kimseyle konuşmuyor musun yani?" Sesi hiç olmadığı kadar yumuşak çıkarken, Hendery derin bir nefes bıraktı.
"Tanrı aşkına tüm gün Haechan'ın ondan arta kalan zamanlarda Mark'ın ve kalan diğer zamanlardada senin yanındayım. Ve tüm bu zamanlarda zaten benimlesin Dejun. Sence?" Dejun'un içinde Hendery'e karşı duyduğu sevgi öylesine kabardı ki bir an ağzından, kulaklarından, gözlerinden taşacağını zannetti. Ne yapacaktı bu kadar çok sevgiyle?
"Tamam bakma bana öyle." Hendery gülüşü arasında konuştuğunda masanın altından parmaklarına dolanan parmaklara daha çok gülümsedi. Dejun onun sınırlarını zorluyordu. Birini daha çok sevemem dediğinde bir şekilde onu daha çok seviyordu. Kimseye asla güvenmem dediğinde ona sınırsız güveniyordu. Ya kalbini kırsaydı napardı. Nasıl geri toparlanırdı düşünemiyordu. Dejun'a karşı duyduğu tüm ilgi, alaka, sevgi, hoşlantı her ne derseniz diyin kendiliğinden oluyordu ve çoğalıyordu. Bunu nasıl durduracağından emin değildi. Bilseydi durdurur muydu, hiç sanmıyordu.
Omzuna yavaşça düşen başla beraber ciğerlerine tekrar dolan baharın kokusu muydu yoksa gri saçların taşıdığı çiçek kokusu muydu bilemedi.
"Gerçekten mi?" Mark'ın sitemkar sesine karşı Hendery gözlerini bir saniye masanın altındaki ellerden alamadı. Nasıl güzellerdi.
"Mark sadece kes sesini." Bir prens olarak gördüğü bu muamele canını bile sıkmıyordu. Tuhaftı belki ama sahiden hayatı boyunca tek derdi samimi insanlara sahip olmaktı. Kahrina'da hem arkadaşlara sahip olmuş, hem Haechan'ı bulmuştu. Aynı şeyleri yaşayacağını bilse yine gelirdi. Haechan'ın ellerini bir kez daha tutabilmek için, saçlarını bir kez daha öpebilmek, dudaklarını öptüğünde her seferinde çektiği acıları bir kez daha çekebilmek için.
Aklına gelen anılarda ağzının içine tekrar bal tadı yayılırken yüzündeki sırıtış büyümüştü. Kim bilir şimdi hangi Sir'lerin konuşmalarını dinliyor, kimlere korku salıyordu.
Henüz daha öğle saatlerinde olmalarına rağmen yine burda olsun istiyordu. Bir an önce gece gelsin istiyordu. Haechan gelmezse Mark çıkardı yanına. Artık korkusu yoktu.
Onu düşüncelerinden çıkaran şey çalınan kapının ardından toplanmaya çalışan iki çocuktu.
"Gel." Dejun ve Hendery'in arasına birazcık bıraktığı mesafeyle önlerine döndüğünde daha önce toplantı odasının önünde gördüğü askerlerden biri selam vererek içeri girmişti.
"Efendim Sir Taeil, Prens Mark ve Efendi Hendery'i şifa odasına çağırdı." Xiaojun titreyen ellerini saklamaya çalışırken derin bir nefes verdi. Bundan nefret ediyordu. Haechan'ın Hendery'e en ufak bir zarar vermeyeceğinin farkındaydı ancak korkmaktan kendini alamıyordu. Halbuki beraber büyümüşlerdi Haechan'la gözünü açtığı andan şu ana kadar bir saniyeleri ayrı geçmemişti. Sevdiğini kaybedebilme korkusu muydu bu içindeki ateşi harlayan? Yoksa daha önce annesinin başına gelenleri tekrar yaşayabilecek olması mıydı? Kraliçe deseydi ki oğlumu saraya geri gönder, annesi zorda olsa gönderirdi. Fakat evladıyla beraber istemişti ondan oğlunu. Nasıl verseydi annesi canını? Bunları yıllar sonra zorlukla öğrenmişken yanındaki tek varlığıda ellerini tekrar tutan Hendery'ken nasıl korkmasındı?
Xiaojun Haechan'dan değil, taşıdığı makamdan korkuyordu.
"Hendery ben kapının önündeyim." Mark odanın içindeki sessizlikten nasıl çıkacağını bilmezken kendini kapının önüne atmıştı. İçindeki tuhaf hislerle mücadele ederken Dejun'un zorlandığını fark etmesi uzun sürmemişti. Biliyordu gri saçlı çocuğun bu konudaki hassasiyetini.
"Dejun hemen gidip geleceğim biliyorsun. Sende bu sürede mutfağa in yemek ye olur mu?" Yumuşacık sevgi dolu sesi Xiaojun'un gözlerini doldururken başını sallayabilmişti sadece. Saçlarına konan öpücükten sonra ikiside odadan çıktıktan sonra Dejun bir yere kadar onlarla beraber gelmiş bir yerden sonra iki çocuğu yalnız bırakmıştı.
Mark her adımında yüreğindeki ağırlık artarken kapının önünde bekleyen Johnny'yi görünce anlamıştı yolun sonundan düştüğünü. Gözlerindeki yaşların parlaklığı bir çok şeyi açıklıyordu aslında. Daha koridorun başındayken daha fazla yürüyememiş olduğu yerde kalmıştı. İçindeki ateş harlanmış yakıp kül etmişti onu. Bu kadar çabuk muydu yani?
Kapının önünde bekleyen 7 kadar asker, üzerindeki beyaz elbisesiyle dikilen doktor, Johnny... hepsi üzerinden geçiyormuş gibi hissediyordu.
Kapının yavaşça aralanmasıyla önce Sir Taeil çıktı içeriden. Yüzünde tek bir mimik bile oynamazken kapının hemen yanında yerini aldı. Saniyeler ızdırap gibi geçerken bal rengi saçlar gözüktü önce. Ardından sanki hissetmiş gibi gri gözler Mark'ın acınası gözlerini buldu. Orda eridi bitti. Yalan kalmamıştı artık. Hepsi günün gibi ortaya saçılmıştı. Kırmızıya çalan dövme git gide yok olurken Mark canının hiç bu kadar yandığını bilmezdi. Daha bu sabah kendisine azıcıkta olsa sevgiyle bakan gözler kaybolmuş boş bakışlara bırakmıştı yerini.
Mark o günden sonra baharlardan nefret etti.

Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin