açtın ya gözlerini

1K 155 25
                                    

Herkesin bir sığınağı vardı. Herkesin bir sığındığı vardı.
Mark kollarının arasında küçüldüğü Johnny'nin yanında ağlamamak için dudaklarını dişlerken günlerdir hayalini kurduğu desteği görüyordu şimdi.
Saçlarını seven Johnny hala konuşmazken Mark'ın söylediği yalanların altında eziliyordu. Tüm gününü burda bu şekilde geçirmeyi mazur görüyordu ikiside.
"Kahrina sana yaramış Mark." Kısık sesle konuştuğunda Mark birazcık daha küçüldü koca yatakta.
"Sen yokken çok yalnız kaldım. Evsiz gibiydim. Bir daha ne yap ne et canını bu şekilde hiçe sayma nolur." Johnny'nin yüzüne düşen siyah tutamları geriye iterken konuşmaya devam etti Mark.
"Bir tek Xiaojun ve Hendery vardı beni gerçek anlamda destekleyen. Yalnız hissetmemem için ellerinden geleni yaptılar." Johnny başını sallarken Mark'ın ona uzattığı suyu gülümseyerek kavramıştı. Alışık değillerdi ikiside bu kadar ağır konuşmalara. Çokta sürmezdi zaten.
"Bilmen gereken her şeyi anlatacağım abi." Son cümlenin ardından ikiside genişçe gülümserken Mark derin bir nefes verdi.
"Kim vardı uyandığında yanında?" Johnny anında gülümsemesini daha da büyütürken ardındaki yatağın başlığına yaslanmıştı. Kaşları hafifçe kalkarken elindeki bardaktan bir yudum su içmişti.
"Sir Taeil vardı." İkiside gülüşürlerken Mark nihayet gömleğinin dantellerini rahat bırakmış geniş kahkahalarıyla odayı doldurmaya başlamıştı.
Johnny onu gülümsemeyle izlerken boşluktaki ellerini tuttu sıkıca.
"Burda Fransa prensi Mark değilsin. Gül, kahkaha at, ağla, aşık ol Mark. Birbirimizden başka kimseye sorumluluğumuz yok. Ama yaşa olur mu? Mutlu yaşa." Mark'ın günlerdir gözlerinde esir tuttuğu yaşlar yavaşça süzülürken açılan kollara sarmalatmıştı bedenini.
"Yaşıyorsun Johnny, dönmek istemiyorum tekrar. Gerekirse çiftçilik yaparım, işçi olurum ama tekrar dönmek istemiyorum."
Johnny küçüğünün geç kalmışlıklarını, yaşayamadıklarını düşündükçe sıkılan yüreğine rağmen daha çok sarmaladı Mark'ı.
Geçerdi belki hepsi böyle. Ne olursa olsun geçmeliydi.




"Mark küçükken çok çirkindi." Johnny yanındaki Xiaojun ve Hendery'le gülüşürken Mark çatık kaşlarıyla onları dinliyordu.
"Hiçte bir kere. Senin uzun saçlarını hatırlatmamı ister misin?" Dağınık oturdukları yatağın üzerinde dördüde genişçe gülümserken açılan kapıya döndü tüm bakışlar.
"Hoşgeldiniz Sir Taeil." Xiaojun kalkıp selamladığında yavaş hareketlerle Hendery'de onu takip etmişti. Hendery hoşlanmıyordu bu tür şeylerden bunu görmemek için aptaldan fazlası olmak gerekirdi.
Johnny yattığı yatakta biraz daha toparlanırken siyah saçlarını elleriyle geriye doğru taramış gelen kırmızı gözlü adamın hareketlerini izlemeye başlamıştı.
"Kral Haechan bugün akşam yemeğinde sizi huzurunda görmek istiyor." Mark'ın yüzünde gülümseme düşerken histerik bir gülüş tekrar peydah olmuştu.
"Şeref duyarız." Johnny kalın sesiyle tüm odayı doldurduğunda oturduğu yataktan zorlanarak kalkmış Taeil'in karşısına gelecek şekilde yürümüştü.
"Çocuklar bize bir dakika izin verir misiniz?" Xiaojun şaşkın bakışlarını Hendery'e çıkardığında Johnny ellerini yavaşça arkasında bağlamıştı.
Bu her ne kadar Mark'ı rahatsız etsede üstelememişti. Johnny'nin bir bildiği vardı.
Johnny çocukların tamamı odadan çıktıktan sonra gözlerini kapıdan çekip kırmızı gözlere çıkarmıştı. Büyüleyiciydi. Hayatında kaç kere bu kadar güzel kırmızı gözler görebilirdi ki? Kendinden biraz kısa Sir Taeil gerginlikle ona baktığında ne yapacağını kestiremiyordu şimdi.
"Bak ben işimi yapıyordum tamam mı? Beni suçlayamazsın bu yüzden, konuşmayan sendin." Johnny gülümsemesini genişleterek bir adım daha yaklaşmıştı.
"Onun için yalnız kalmak istemedim seninle. Haklısın inat eden bendim." Taeil şaşırsada belli etmemeye çalışarak kendinden emin duruşunu her zamanki gibi sergilemeye devam etti.
Gerçekten fazla doğaüstüydü Sir Taeil. Johnny böyle bir şeyi hayal dahi edemezdi. Üzerindeki gece mavisi takımının üzerinde batmak üzere olan bir güneş gibi kendini sergileyen kızıl saçları ve bembeyaz teni dilinin tutulmasını sağlıyordu. Kulağının ardından sarkan parıltılı tokalarla daha bir can alıcı gözüküyordu.
"Derdin ne?" Taeil her zamanki sakin sesiyle konuştuğunda Johnny sahiden büyülendiğini düşündü.
"Sadece sana yakından bakabilmek istemiştim. Malum altın halatlara bağlı yatarken daha farklıydın, ama inanılmaz ateşli gözüktüğünü inkar edemem. O gün daha bir başkaydın, sanırım kırmızı takımının büyüsüydü." Taeil'ın kaşları istemsiz olarak çatılırken bu sefer bir adım daha yaklaşan o olmuştu. İkisininde nefesleri birbirine karışırken ukala bir gülümseme döküldü dudaklarından.
"Sen fazla zavallı gözüküyordun o zaman inan bana." Johnny'in yüzündeki inat gülümsemesi genişlerken ellerini karşısındaki çocuğun tokalarına çıkarmıştı. Canı parmak uçlarından çekiliyor gibiydi. Bunu inkar edemezdi.
"Yinede o şekilde bile iyiydin diyebilirim." Ve gol. Johnny tüm vücudunda gezen elektrik akımına kapılmamaya çabalarken kendinden emin gözükmek için başını hafifçe karşısındaki çocuğa doğru eğmişti. Kalbi en son bu kadar hızlı attığında Mark'la birlikte Fransa sarayından kaçıyorlardı.
"Bu zavallı seni kendine aşık ettiğindede bu şekilde dik durabilecek misin merak ediyorum." Johnny'nin cümlesi bitmeden Taeil'in attığı yüksek kahkaha irkilmesine sebep olmuştu.
"Kahrina'da aşk olduğunu mu sanıyorsun? Efsane zannediyordum ben onu." Gülümsemesi yavaşça durduğunda yaşlarla dolan gözlerini silip yakınlaşabildiği kadar yakınlaşmıştı uzun çocuğa.
"Bizler aşık olmayız Johnny. Bizler sadece hayatımızı birleştirmek istediğimiz kişiyi seçeriz. Mantık evliliği diye düşünebilirsin. Birbirimizi beğenirsek biter. Kahrina'da işler buna göre yürümüyor." Parmağını yavaşça Johnny'nin delicesine çırpınan kalbine bastırdığında uzun çocuk hafifçe geri çekilmişti.
"Ya sana aşık olmayı öğretirsem?"






Tüm masa gerginliğiyle önündeki tabakla ilgilenirken Mark gözlerini ara sıra göz göze gelen Xiaojun ve Hendery'in birbirlerinine olan gülüşlerinde gezdiriyordu. Bu aşktı işte.
Sir Taeil odadan çıktıktan sonra odaya tekrar girişimlerinde Johnny'nin tek sorduğu şey burda aşk gerçekten yok mu olmuştu. Bu Mark'ı da delicesine şaşırtsada üstelemedi. Kim bilir neler görecekti daha.
"Prens Johnny tekrar özür dileriz sarayımızda olan olaydan." Johnny bakışlarını krala çıkardığında diplomatik bir gülüş olarak adlandırdığı gülüşü sunmuştu.
"Kardeşiniz Mark siz yokken çok zorlandı. Başına çok iş açtı." Sessiz salonda Mark'ın tabağına sertçe bıraktığı çatalın sesi yankılanırken herkesi bir gerginlik sarmıştı.
"Kral Haechan biliyorsunuz ki kuralları bambaşka bir ülkedeyiz. Kusurlarımızı maruz gördüğünüz için teşekkür ederiz." Johnny yumuşak başlılıkla konuştuğunda Mark'ın dudaklarından histerik bir gülüş dökülmüştü. Ve devamı hiç iyi gelmeyecekti.
"Sir Kun meselesi değil mi? Sarayınızı bize açtığınız için minnettarım Kral Haechan. Her türlü imkanıda sağladınız bize. Fakat biz sizin kulunuz değiliz." Parmaklarıyla Johnny ve kendini gösterirken üzerindeki peçeteliği toplayıp yavaşça masaya koymuştu.
Tüm vücudu tir tir gerilimle titrerken gülümsemeye devam etti.
"Unuttuğunuz bir şey var Prens Mark. Benim ülkemdeki her canlı, benim yüzümün basılı olduğu parayı kullanan herkes benim kulumdur.
Tatlıya geçelim mi?" Sarı saçlarını topladığı tokayı yavaşça çıkardığında omzuna dökülen saçları düzeltmişti kral tek eliyle. Masadaki kimse ses çıkaramazken Mark oturduğu yerin ona battığını hissediyordu. Farklı davranmasına ihtiyacı yoktu kralın.
"Prens Mark'a sormuştum birde size sorayım Prens Johnny. Kapıyı bulmak ister misiniz? Yani geri dönmek." Yemek boyunca Mark'ın olduğu tarafa bakmayan kral bir kez daha Johnny'yle konuştuğunda Mark derin bir nefes verdi.
"Emin değilim. Bu konuyu Mark'la derinlemesine tartışmaya ihtiyacımız var. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Biz gelirken halkın çok büyük kısmı ölmüştü." Haechan başını anlayışla sallarken Johnny'nin omuzları yalanla biraz daha düştü. Tamam çok iyi bir insan dört dörtlük vatandaş değildi. Fakat yalan söylemek pek ona uygun bir şey değildi. Babasının her daim öğrettiği yolun tamamıyla dışında gibi hissediyordu.
Üzgünüm baba başını eğdiğim için. Umarım affedebilirsin beni.

"Sen aptalsın Mark lee." Odaya girdiklerinden beri onu azarlayan Johnny'ye inat dinlememeye devam ediyordu Mark. Oturduğu terasta dışarıyı izlerken sakin nefeslerini kontrol etmeye çalışıyordu.
"İnan ilk günden beri bizde uyarıyoruz." Hendery umursamazlıkla konuştuğunda yanındaki Xiaojun'a dönmüş gri saçlarını düzeltmeye başlamıştı. Yeşil gözlerin anında gözlerini bulması onu deli gibi gülümsetirken sarılmamak için zor durduruyordu kendini. Nasıl sevesi gelmişti şimdi.
"Sıkıldım Johnny sürekli birilerinin istediklerini yapmaktan, ben daha fazla burda kalmak istemiyorum. Saraydan en kısa zamanda ayrılalım. Lütfen."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin