kaçıncı yanlış

964 155 18
                                    

Dipsiz bucaksız bir suda kaybolmuştum. Soğuktu etrafım. Üzerimde incecik kumaşlar vardı. Ancak onlar yüzünden üşümüyordum. Başkaydı bu.
Beni buraya umutla getiren ayaklarıma, düşündüğüm hoş hayallere istemsizce gülümserken buldum kendimi. Üzerime çöreklenen anlamsız bakışlara aldırmadım. Yüreğim öylesine acıyordu ki kendime şaşırmıştım. Bu kadar mı kalmak istiyordum burda? Bu kadar mı kaybetmiştim kendimi?
Haechan'ın gözlerime işleyen bakışlarından başka bir yere bakamazken titreyen dizlerimi durdurmak istedim. Kanattığım parmaklarımı koparmak istedim. Ama yapmadım. Sadece gülümsedim. Sadece gözlerine baktım. Konuşmadım, beni sessizliğimle anlasın istedim.
"Prens Mark ve Prens Johnny'nin emniyeti için bir bölük asker görevlendirilerek kapının yeri değişmeden önce onlar iki dünya arasındaki geçişten geçecekler. Prenslerin ülkesindeki duruma göre değerlendirilecek durum." Hala gözlerimden çekmediği uçsuz bucaksız bir dumanı andıran gözleri bir anda kayboldu. Simsiyah dövmesi saydamlaşırken oturduğu tahttan kalktı. Elindeki kalemi hızla koyu kahve masaya bıraktıktan sonra büyük taht odasından çıkmak için yürümeye başladı. Kırmızı pelerini yaralarımdan akan kan gibi dalgalanırken açılan kapıdan saniyeler sonra kayboldu. Nefes alamadım. Sarı saçlarımı yolup atmak istedim. Etimi kemiklerimden ayırmak istedim. Deli gibi ağlayıp daha sonra bir zehirle hayatıma son vermek istedim.
Bunu şimdiye kadar yapmamış olmamın pişmanlığı damarlarımda gezerken oturduğum yerde düşünmeye devam ettim. Fransa sarayından çıktıktan, o mağarada kaybolduktan sonra canımı almalıydım. Johnny'yi bu savaşa sokmamalıydım.
"Prens Mark biz.." Sir Kun konuşmaya çalıştığında yüzüme tutturduğum halsiz gülümsemeyle bir adım geriledim.
"Sonra konuşalım lütfen Sir Kun." Takatsiz çıkan sesime hafifçe başını sallarken sendelediğim yerde dönerek adımlarımı büyük kapıya yönlendirdim. 
Bunu hak etmiş miydim emin değildim. Sahiden babamın söylediği kadar uğursuz muydum yoksa annemin yıllarca aşıladığı kadar önemsiz miydim kestiremedim. Kimse tarafından sevilmeyecek lanetli canavarın teki miydim yoksa? Gittiği her yere uğursuzluk getiren bir kez yüzü gülmeyecek zavallının teki miydim?
"Mark bir sorun mu var?" Dejun'un yüzünde koca bir şaşkınlıkla sorduğu soruya kahkaha atmak sonra etrafta ne varsa yakıp yıkmak istedim. Tıpkı babamın ikinci evliliğini yaptıktan, annemi sürgün ettikten sonra yaptıkları gibi. Ama yapmadım. Çünkü burda benden başka bir sorun yoktu. Sorun başlı başına benim var olmamdı.
"Odaya gidelim mi?" Hızla başını sallarken yanımda durmuş hafifçe destek olmak ister gibi dirseğimden yakalamış sırtımı sıvazlamıştı.
O an uzun koridorların ışıltısı gözüme gözükmedi hiç. Boğdu beni, mahvetti. Nefes aldırmadı. Üzerime üzerime geldi, ezdi geçti. Dakikalarca yürüdük öyle. Hatta Dejun kolumdan tutup çekmese daha da düz koridorda yürüyecektim belki. Sonra kaybolacak tüm feryadımı saraya dolduracaktım.
Büyük kapıyı önündeki askerler hızla aralarken dudaklarımı ısırdım ağlamamak için. Ağlamak istemiyordum. Sadece biraz kafamı toplamak ardından Johnny'ye sığınmak istiyordum.
Kapı ardımızdan kapandığında Dejun beni kendine çevirdi. Yatağımın köşesine oturttu. Dakikalardır beni yönlendiriyordu. Cansız bir deli gibi ne derse onu yapıyordum bende.
"Mark anlatacak mısın belki yardımcı olurum sana?" Narin ellerinden birini ellerimin üzerine koyduğunda dökülmek için hazır bekleyen yaşlardan biri elinin üzerine düştü. Kapatamadım kendimi ona. Dilimden bana büyü yapmış gibi korktuğum ne varsa söyletmişti. Bu çocuk başından beri böyledi. Hiç kendimi ona kapatamamıştım.
"Dejun ben gitmek istemiyorum. Öldürürler beni." Korkuyla söylediğim cümlelerden sonra iri gözleriyle beni izlemeye devam etti. Sonra kollarını sıkı sıkıya etrafıma sardı. Saçlarımı sevdi biraz. Sakinleşmem için bekledi. Ağlamadım o an ama nefes alamadım. Hızlı alıp verdiğim nefeslerimi yavaşlatamadım.
"Mark bana bak!" Ellerini yüzümün iki yanında birleştirdiğinde yeşil gözlerine baktım. Şimdi benimkiler gibi korkuyla titriyorlardı.
"Anlat bana yardımcı olayım." Sakin sesiyle konuştuğunda ellerim titredi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Birine nasıl anlatabilirdim tüm bu yaptıklarımı? Geldiğimden beri benim yanımda olmuş bu çocuğa hepsine yalan söylediğimi nasıl söyleyebilirdim?
"Bana doğruyu söyle lütfen Mark. Şimdiye kadar hep sana yardımcı oldum bırak bundan sonrada yardımcı olayım. Yemin ederim kimseye anlatmam Hendery'e bile." Başımı salladım korkuyla. Ellerini tuttum sıkı sıkıya. Ateşli bir hasta gibi sayıklayıp durdum. İşte kafayı yemiştim şimdi.
"Bu sadece benim yüküm değil yapamam." Ellerimin içindeki ellerinden birini yüzüme çıkardığında sakince konuşmaya devam etti. Bir sakinleşiyor bir kendimi kaybediyordum.
"Sadece senin olanı anlat o zaman." Yeşil gözlerinde bulduğum güvene sığınırken başımı omzuna yasladım. Uçurumdan aşağı yuvarladım kendimi. Patladım, parçalarım her yana yayıldı aynı yalanlarım gibi. Ondan gizleyemedim. Ona daha fazla yalan söyleyemedim.







Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin