parmağımdaki iplikler

820 120 17
                                    

Güneş tam tepede şimdi. Saray hiç olmadığı kadar soluk. Günün daha ortasında olmalarına rağmen koridorlarda kimse yok. Çıt çıkmıyor kimseden. Sadece birkaç gündür olduğu gibi sarayın baş aşçısı yenilmeyen yemeklerden şikayetleniyor. Dejun mutfaktan aldığı ufak tepsiye en kırmızından bir elma koyarken mutfaktaki kadınların fısıltılarını duyuyor.
"Saraya gelen Prens Mark'ın hepimizi kandırdığını söylüyorlar. Abisi Prens Johnny'yi, Sir Taeil öldürmüş diyorlar." Dejun masadan aldığı elmayı yere atarken derin bir nefes veriyor.
"Yanlışlıkla oldu hanımlar. Siz devam edin lütfen." Sahte gülüşle attığı elmayı geri alırken önüne döndüğünde hepsi işlerine geri dönüyor.
Şimdi Dejun'ün yüzünde en ufak bir mimik bile yok. Günlerdir ne Haechan'ı gördü ne de Hendery'i.
Sevdiceği bir türlü ona kapıyı açmıyor, kalbini kırmak istemediğini söylüyor. Ve Dejun adı kadar eminki Hendery günlerdir doğru dürüst yemek yemiyor.
Aslında hiçbirinin yemek yediği söylenemez. Mark'a zaten yemek yediremiyor. Genç çocuk ölüm orucuna girmiş gibi. Haechan'ın muhafızları her gün mutfağa dokunulmamış tepsiyi götürdükleri gibi geri getiriyorlar. Sir Taeil'in ve Johnny'nin nerede olduğundan haberi bile yok.
Genç çocuk dolan gözlerini tavana kaldırırken hazırladığı tepsiyi hızla eline alarak sarayın karanlık koridorlarında ilerlemeye başlıyor. Mark'ın ne demek istediğini o an anlıyor. Mutluluk olmayan yerde duvarlar ne kadar parlak olursa olsun üzerine üzerine geliyor. Güneş ne kadar doğarsa doğsun gün bir türlü doğmuyor.
Adımları alışık olduğu odanın önünde durduğunda kapıya vuruyor önce. Birkaç saniye ses gelmiyor. Bir kez daha vuracakken kapının ardından özlediği ses duyuluyor.
"Efendim?"
"Hendery." Sesi tahmin ettiğinden daha çok titrerken elindeki tepsiye daha sıkı tutunuyor. Hendery'in sıcak bedenini sanki burdan hissedebiliyor ve bu his bile gözlerinin dolması için yeterli.
"Konuşabilir miyiz?" Bedeni baştan aşağıya titriyor. Kendini nasıl affettirebileceğini sahiden bilmiyor çünkü bu başlarına ilk kez geliyor. Tanrı biliyor ya yıllardır birbirlerine sahipler ancak hiç bu kadar araları açılmamıştı.
Kapı yavaşça aralandığında Hendery'in mavi gözleri gözüküyor kapının ardından. Hafif puslular ve Dejun'ün yeşil gözlerine bakıyorlar.
Dejun elindeki koza tutunmak istercesine gülümseyerek hafifçe elindeki tepsiyi kaldırıyor. Hendery ise yavaşça kapıyı aralıyor. Sahiden Dejun'a çok ihtiyacı var. Kızgın ve kırgın olsada kokusuna bile muhtaç hissediyor. Göstermemeye çalışıyor ancak yelkenleri suya indireli biraz oluyor.
Dejun elindeki tepsiyi yavaşça yatağın kenarına bıraktığında ikiside nefesleniyor. En son ne zaman birbirlerine bu kadar uzak hissettiklerini bilmiyorlar. Dakikalarca öylece otururken gözünden yaşlarını döken Dejun başlıyor konuşmaya.
"Hendery ben çok özür dilerim." Sesi öylesine yorgun ve bitkin ki Hendery onun için endişeleniyor. Yüreği sızlıyor. Ortalarında bir tepsi var ve birçokta duvar. Ama Hendery bir şekilde Dejun'u o duvarların ardından görebiliyor. Gri saçlı genç öylesine şeffaf ki Hendery onu kendisine çekip öpmek istiyor. Sesi kırılmış, hatta bedenine batıyor. Ancak bu canını Dejun'un görüntüsü kadar yakamıyor.
"Mark benim dostum Hendery. Yine olsa yine söylemem kimseye. Bunun için pişman değilim. Öğrendiğimde sizin kadar benimde canım yandı yemin ederim. Ama sen benim sahiden her şeyimsin. Hendery ikinizi aynı kefeye koyamam. Sen benim sevgilimsin, çocukluğum, koruyucum, en yakın dostumsun. Eğer bunları Mark değil sen yapsaydın yine aynı şeyleri yapardım." Minicik elleriyle gözlerinden dökülen yaşları temizlemeye çalıştığında Hendery biraz daha izliyor onu. Dejun'ün sözlerinde azıcık yalan olmadığına adı kadar emin. Sevdiceğide ona asla yalan söylememişti zaten. O an istemsizce zihnine geceleri sürekli uyurken yüzüne konan öpücükler ve dilenen özürler doluyor. Dejun'ün sahiden ondan hiçbir şey gizlemek istemediğinide biliyor. Öfkesi kime kestiremiyor. Mark'a mı Dejun'a mı yoksa kendisine mi?
Gri saçlı sevdiceğinin kaç uykusunu çaldığını düşünüp kendine biraz daha öfkeleniyor. Bir müddettir buza dönen kalbinin nasıl her şeyi görmesine engel olduğunu düşünüyor. Herkesin kendince sebepleri var işte. Hendery'de sütten çıkmış ak kaşık değil. Bu yüzden ortalarındaki tepsiyi alıp yere bırakıyor. Üzerindeki açık turuncu gömleğinin koluna gözyaşlarını ve burnunu silen çocuğun ellerini tutuyor. Elini tuttuğu an ağlaması daha sesli bir hale bürünen Dejun'ü gülümseyerek göğsüne bastırıyor. Sevdiceği küçücük bir çocuk gibi. Hendery onu korumak için erken büyümüş olsada onu bir çocuk gibi bırakmış olmak yüreğini ısıtıyor. Göğsüne yasladığı çocukla beraber kendilerini yatağa bıraktığında ayağını çarptığı tepsiden yüksek bir ses çıkıyor. Hendery o an kahkaha atsada Dejun çatık kaşlarıyla doğrulup yeşil gözlerini Hendery'in buzdan gözlerine çeviriyor.
"O tepsi için çok uğraştım." Sesini sinirli tutmaya çalışsada sonlara doğru yüzüne gülümseme yerleşiyor. Turuncu gömleği Hendery'in krem saten gömleğine çok yakışıyor. Bu yüzden ellerini yatan Hendery'in omuzlarında, göğsünde gezdiriyor.
"Muhtemelen Haechan'a ayırılan elmayı sana getirdim." Yüzündeki gülümsemeyle gözlerini kapatıp kendini Hendery'in yanına atıyor. Kokusunu bile unutmuş birkaç günde. Bu yüzden burnunun direği sızlıyor.
Hendery tek dirseğinin üzerinde doğrularak başını elinde yaslıyor. Boştaki eliyle Dejun'ün gri saçlarını seviyor. Saçları nasıl yumuşak ama. Küçücük yüzü nasıl sevilesi. Bu yüzden zaman kaybetmeden küçük yüzünü sevmeye başlıyor. Ufacık öpücüklerini bırakıyor. Parmaklarını keskin çenesinde gezdiriyor. Güzelim kaşlarını sevmeden bırakmıyor.
Ondan ayrı geçirdiği günlere sinirleniyor. Belki bu kadar sert bir çıkış yapmasaydı hem Mark'la hemde Dejun'la arasını daha çabuk düzeltir bir çıkış yolu bulabilirdi. Ancak her şeyin bir vakti vardı işte. Düşünceleri şimdi daha netti.
"Dejun bana bak." Dokunuşları arasında nerdeyse uyumuş Dejun'un çenesini kaldırıp kendine bakmasını sağlıyor. Gri saçlı çocuğun gözleri baharı andırıyor. Yüzündeki gülüşle kısılan gözlerine kelebekler ekleniyor. Kendisinin bile duymakta zorlandığı bir hımlama bırakıyor aralarına.
Hendery yüzündeki geniş gülümsemeyle yattığı yerden doğrulup Dejun'ünde doğrulması için onu çekiştirmeye başlıyor.
Sonra heyecanla dudaklarından sihirli cümleler dökülüyor.
"Evlen benimle." Gözleri şaşkınlıka ve dalgayla açılan Dejun gülümseyerek kollarını flörtöz bir tavırla Hendery'in boynuna çıkarıyor.
"Tabi yarında çocuk yaparız." Hendery gözlerini devirirken omzunu silkiyor.
"Mümkünse neden olmasın." Dejun o sıra gözlerine biraz daha bakıyor. Ondan sonra Hendery'in ciddi olduğunun farkına varıyor.
"Sen ciddisin?"
"Hiç olmadığım kadar." Dejun kollarını çekip Hendery'in sözlerini aklında tartıyor.
"O vakit Haechan'a söylememiz gerekiyor hatta herkesin haberi olacak." Hendery başını sallarken o an yatağının kenarında bulduğu ince ipliği eline alıyor. Dejun'un küçücük yüzük parmağına sarıyor, yüzünde aptal bir gülümseme.
"Baştan beri saklamamızda bir amaç yoktu aslında. Hatta üzerindeki kıyafetlerde düğün için oldukça uygun." Dejun onun sözlerine gülümserken başını sallıyor.
"Haklısın, kesinlikle bir düğün kıyafeti gibi duruyor üzerimizdekiler." İkiside içinde bulundukları duruma gülüşürlerken Hendery yüzünü yakaladığı Dejun'u kendine çekip dudaklarına minicik bir öpücük bırakıyor. Günlerdir öylesine çok özlemiş ki bu hissin içinde uyandırdığı duyguları. Ellerini incecik beline sarıyor.
"Eğer gerçekten bir düğün istiyorsan bekleyebiliriz. İstediğin kıyafetleri sipariş veririz, çağırmak istediğin birileri varsa çağırırız-" Dejun yavaşça uzanarak kaşısındaki çocuğun dudaklarına ulaşıyor. Bu kesinlikle düşünceleri arasında kaybolmuş Hendery'i susturmanın en iyi yolu. Dejun bunu çözeli çok oluyor.
"Senden başka istediğim hiçbir şey yok. Eğer ellerimi tutarsan benim yüzüğümü parmağında taşımak için söz verecek olursan ne kişilerin, ne kıyafetlerin ne de süslemelerin önemi olur anlıyorsun değil mi Hendery." Hendery başını sallarken Dejun oturduğu yataktan kalkıyor. Bugün o kadar çok duygu değişimi yaşadı ki ne aldığı evlilik teklifinin ne de başka şeylerin henüz farkında değil. İçinde Hendery'le  olmanın tarifsiz hissi var sadece. Çocukluğu, gençliği ve hayatının tüm dönemlerinde yanında olan bu çocuğa eşim demekten başka bir şey isteyebilir mi bilmiyor. Belki Mark yanlarında olsa tek dostuyla paylaşabileceği güzel bir anısı olabilir. Ancak herkes bir şeyleri düzeltebilmek için savaş veriyor şu an. En çabuk toparlananlar olarak Dejun, Hendery'in omuzlarına bıraktığı pelerini düzeltiyor. Hiçbir hazırlıkları yok. Ne kahinin önünde söz verirken takacak yüzükleri ne de süslü taçları. Sadece birbirleriyle birleştirdikleri elleri var. Birde yüzlerinde aptal gülümseme. Bu kadarı yetiyor onlar için.

Bitmek bilmeyen bir bahar gününde kahinin önünde birbirlerine her daim yuva olacaklarına söz veriyorlar. Ne onların bu umursamaz hallerine takılıyor karşılarındaki adam ne de Dejun'un ve az önce Hendery'in pelerininden kopardıkları ipleri parmaklarına dolamış olmalarına şaşırıyor. Hendery bir sıra mutluluktan ağlıyor hatta. Hayallerinde evliliği düşündüklerinden pek emin değiller ancak böyle olacağı kırk yıl düşünseler akıllarının ucundan geçmez. Yinede mutlular. En başından olmak istedikleri gibi.

Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin