unutulmuş veda mektupları

2K 206 14
                                    

'Anastasia, biricik sevgilim.
Çok uzun yıllar ayrı kaldım senden bir yalanın peşinde sürüklenirken.
Sarı saçlarından, beyaz teninden, kırmızı beni çıldırtan güzel dudaklarından.
Tek istediğim çok iyi bir hayat sürdürme isteğiydi sana.
Böylece Çar zengin birine kızını rahatlıkla verecekti. Ama şu an bacağımın üzerine düşmüş koca bir taşın altından çıkamazken sana veda notumu yazıyorum.
Son anlarıma dek aklımda olacaksın Anastasia.
Seninle geçirdiğimiz her an son anıma kadar zihnimde dolanacak. Güzel gecelerimizi ölsem bile unutmayacağım.
Sabah kalktığımda çıplak tenini izlerkenki mutluluğumla öleceğim şimdi de.
Bu mektubun sana ulaşamayacağını biliyorum Anastasia.
Bu yüzden bu arsız kelimeleri yazarken bu kadar rahatım.
Adımı inlerkenki, güzel kahkahalarındaki sesin son anıma kadar kulaklarımda kalacak.
Seni seviyorum Anastasia. Benim güzel tenli, bal gözlü sevgilim.'
"Orospu çocuğuna bak. Onlarca yazmış genç prensese bu mektuptan." Koca mağarada gülüşü yankılanırken bulduğu iskeletin yanına geri bıraktı mektubu.
"Rusça bildiğini bilmiyordum:" Mark gülümseyerek oturduğu yerde konserve çıkartıp yemeye başlamıştı.
"Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz, kovulmuş Prens." Önündeki çantayı arkadaşının üzerine fırlatırken gülümsedi.
"Beni buldukları yerde öldürecekler sen hala dalga geç. Kahrolsun Fransa." İkiside gülüşürlerken Mark çantasındaki mücevherlere bakmaya devam etti.
"Eğer Yeni Dünya'nın girişini bulamazsak onun gibi ölecek miyiz?" Uzun genç çizmelerini düzeltirken gülümsemeye devam etti.
"İyi yönünden düşün en azından halkının elinde parçalanarak ölmeyeceksin." İkiside sahte bir gülüş bıraktıklarında arkalarındaki taşa yaslandılar.
"Yemek konusunda dikkatli olmalıyız Mark biliyorsun." Başını sallarken sadece iki turp yiyebildiği konserveyi kapatmış çantasına yerleştirmeye çalışmıştı.
"Siktir." Uzun genç çantayı prensin elinden kaptığı gibi kocaman kahkahalar bırakmıştı ıssız mağaraya.
"Kralın tacını mı çaldın? Yüzyıllardır kullanılan tacı." Hala kahkahalarını durduramazken Mark bacak bacak üzerine atıp gülümsedi.
"O taç benim olmazsa başka kimsenin olamaz. Gidelim artık." Çantayı tekrar sırtına taktıktan sonra ışığı gördükleri yolu takip etmeye devam ettiler.



"Tanrı aşkına Philip ile taht odasından başka bir yerde halledemez miydiniz işinizi? Şu an burda olmazdık mesela. Sen hala uzun işlemeli pardesülerini giyerdin. Beyaz peruklarını takardın.
Derdin neydi Mark kraliyet yemeğinin olacağı gün bir 'erkekle' taht odasında seviştin?" Günlerce süren yolculuk sonrası son turba bakarken ikiside nerdeyse ağlamalıklıydı.
Çok uzun zaman olmuştu mağaraya gireli. Ne kadar olduğunu bilmiyorlardı bile. Belki iki haftadır gün yüzü görmüyorlardı. Ve yol gittikçe zorlaşıyordu artık.
"Tanrım kafamı sikeyim. Tacı niye çaldıysam karnımı doyuruyor şu an bak." Kafasını ardındaki kayaya vururken dökülen birkaç küçük taşı umursamamıştı.
"Bittik biz o iskelet gibi olacağız bir çanta altınla beraber. Bende şöyle ateşli bir mektup yazsam mı ne dersin?" Kafasına atılan küçük taşla dalga geçmeyi bırakmış bir çözüm bulmaya çalışıyordu artık.
Geri dönemezlerdi. Gün yüzünü göremezlerdi.
Tek umutları devam edip yanındaki çocuğun ömrü boyunca anlattığı cennet kuşu işlemeli kapıyı bulmaktı.
"Sen payını ye ben yemeyeceğim şimdi." Önündeki konserveyi uzattığında derin bir iç çekme sesi duyuldu.
"Mark şaka yaptım biliyorsun. Seninle şu an ölüme yürüyor olsam bile önemli değil. Bak şu köşedeki yılanda umurumda değil." Çoktan alıştıkları görüntüye ses çıkarmazken Mark onlardan uzağa giden hayvanı izlemeye devam etti.
"Bir çıkış olmalı ya da giriş tanrım yardım et bize, bir daha kesinlikle bir erkekle yatmayacağım." Kendi kendine konuşurken aklında hala ailesinin verdiği vaazlar dönüyordu.
'Krallığa bulaşan uğursuzlukların sebebi belli oldu, kuraklığın tek suçlusu sensin...'
"Siktir Mark bulduk." Arkadaşı sesini yükselttiğinde yılanın kaybolduğu taşı izlemeye başladılar.
Hafif bir ışık vardı. Üzerindeki desenleri uzaktan incelemeye başladıklarında uzun çocuk bağırmaya başlamıştı bile.
Yılanın köşesinden kaybolduğu kapıya dahada yaklaştıklarında üzerindeki desenler daha da belirgin olmuştu.
Ejder başlı iki yılan kapıyı iki etrafından da boydan boya sararken ortasında bir güneş vardı. İkiye bölünmüş güneşin yarısı karanlığı temsil ederken diğer yarısı aydınlığı temsil ediyordu. Parmakları istemsizce desenlerin etrafında gezerken elinde olmadan çığlık atmaya başlamıştı.
Kapının üzerindeki taşa kazınmış yazıyı okumak için yükseldiğinde arkadaşının sevinç nidalarını boşvermişti.
"Omnes vulnerant ultima necat. Bu ne demek?" Arkadaşı nihayet sevinç nidaları atmayı bırakmış Mark'ın yanına gelmişti.
"Her saat yaralar sonuncusu öldürür demek. Bulduk kapıyı Mark. Kapının yeri belli süreler içerisinde değişiyor. Bizim tarafımızda tek bir geçişi var fakat Yeni Dünya'da tamamen değişiyor. Bu yüzden giren kapıyı bulamayacağı için geri çıkamıyor." Mark gerginlikle geriye bir adım attığında arkadaşı ciddiyetini fark etmişti olayın.
"Mark öleceksin, sonsuza kadar tek turpunu yiyerek yaşayamazsın." Mark ise başını sallayarak geriye birkaç adım daha atmıştı.
"Hayır anlamıyorsun bu güvenli değil." Korkuyordu delicesine. Bilinmemezlik korkutuyordu onu, bunu yaşamak istemiyordu. Neler olacağını bilememek çıldırtıyordu onu.
"Bak Mark aradığımız kapı bu. Başka kaçışın yok. Baban seni her koşulda bulur. Ama burda bulamaz. Burdan gideceğiz ve her şeyi ardımızda bırakacağız." Mark başını sallarken aslında bir krizin eşiğindeydi.
"Üzerinde kuş desenleri yok. Papa'nın bahsettiği cehennemin kapısını bulduk." Arkadaşı derin bir nefes aldıktan sonra Mark'ı iki omzundan yakalamıştı.
"Sen bilirsin Mark benim ölmeye niyetim yok. Gidiyorum, ölmek istemezsen gelirsin." Ayakları yere çivilenmiş gibi dehşet içerisinde arkadaşını izleyen Mark hiçbir ses çıkaramazken genç çocuk ortadaki güneşi çevirmeye başladı.
Çevirir çevirmez içeri süzülen geniş ışık sonrası ellerinden onu çeken genci hissetti.
Biliyordu tek başına yapamayacağını. Birinin onu çekmesi gerektiğini.
Konuşmasına izin vermeden çekildiğinde ışık yavaş yavaş kayboldu.
Tuttuğu nefesi ve açmadığı gözleriyle dudaklarından sadece arkadaşının adı döküldü çığlıklarla.
"Johnny!"

Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin