en çok nefret

988 145 32
                                    

Mark'a sorsanız Kral Haechan'dan ne kadar nefret ettiğini anlatırdı günler boyunca. Onun ukala kişiliğinden, havadaki burnundan, ucu bucağı olmayan gereksiz duvarından.
Çoğu zaman nasıl kırıcı olduğundan bahsederdi günlerce gözyaşlarını tutamayarak. Canı çıkana kadar ağlardı. Onu her seferinde kayıp bir prens oluşuyla aşağıladığını söylerdi.
Ancak yine Mark'a sorsanız Kral Haechan'ın yanık teninden bahsederdi yıllarca. Bal sarısı saçlarından, gri gözlerinden, hoş vücudundan. Dik duruşundan bahsetmek isterdi. Ona hayranlığını hiçbir zaman gizleyememişti ancak son zamanlarda olan tuhaf hislerine hala anlam veremezken ondan daha da nefret etmek istediğini düşünüyordu.
Şimdi ise hislerine hala bir anlam yükleyememişken bunca zamandır sarayda bu denli büyük bir odanın varlığından bihaber binlerce insanın önünde kutlamaların bir an önce bitmesi için tanrısına yalvarıyordu. Yakasına uzanan Xiaojun'un parmakları kırmızı ceketini özenle düzenlerken daha şimdiden ne kadar sıkıldığını düşünüyordu.
"Kırmızı üzerine altın işleme gerçekten başarılı bir seçimdi. Hemde sana çok yakıştı Mark. Terziye bu renkten senin için birkaç parça daha yapmasını tembihleyeceğim." Gözleri kısılana kadar gülümsedikten sonra açılan kapıyla birlikte yavaşça yerine dönmüştü.
"Soylularla konuşman yasak Mark. Bu yüzden dikkatli ol." Xiaojun son ikazını yaparken simsiyah uzun peleriniyle birlikte kalabalığın içerisinden bir inci tanesi gibi süzülen Sir Kun nazik gülümsemesiyle yanındaki gence hafif bir selam vermiş tam Mark'ın karşısında olacak şekilde yerine geçmişti.
Nazik parmakları hızlı hareketlerle üzerindeki saten pelerinin iki düğmesini çözmüş ardındaki görevliye uzatmıştı. Sir Kun sahiden asil olmak için doğmuştu. Her hareketi öylesine büyüleyiciydi ki Mark onu izlemekten kendini geri alamıyordu. Ayrıca Xiaojun'dan öğrendiğine göre çokta iyi bir devlet adamıydı. Saygıyı sonuna kadar hak ediyordu.
"Prens Chenle hoş geldiniz efendim. Geleceğinizden haberimiz yoktu." Hendery nazik sesiyle konuşurken Mark ancak bakışlarını Sir Kun'un üzerinden çekebilmiş hemen yanındaki çocuğa çevirmişti.
Gencecik beyaz yüzüyle birlikte hafif beyazımsı saçlara sahipti ve bir pamuğa benziyordu.
"Bensiz kutlama olmaz bilirsin." Gülüştüklerinde Chenle'nun ardındaki sarı saçlı çocuğun bakışları Mark'ı bulmuştu. Hatta öyle dik bakıyorduki Mark bundan rahatsız olmuştu.
Xiaojun sarışın çocuğun bakışlarının hedefini fark ettiğinde boğazını temizleyerek otamı dağıtmaya çalışmış prensin bir miktar önüne geçmişti. Yine de bu meraklı çocuğu susturmaya yetmemişti.
"Yenisiniz sanırım." Sarışın çocuk gözleri kaybolana kadar gülümserken Mark kendini kötü hissetmekten alıkoyamamıştı. Kötü bir niyeti olamazdı.
"Efendi Jisung, belki duymuşsunuzdur. O prens Mark." Karşısındaki iki gencinde şaşkınlıkla gözleri büyürken Mark nihayet yanına yeni gelmiş Johnny'yi göstererek gülümsemişti.
"Ve abim Johnny." Onlarla konuşulmasına şaşıran iki genç birkaç adım geriye doğru giderken Xiaojun'un çatık kaşları Mark'ı sinirlendirecek cinstendi. Chenle ve Jisung'ın çok küçük olduğunu düşünmüştü. Ve kralın kardeşiyle konuşmasının nasıl bir sakıncası olabilirdiki?
"Dejun ben yerime gidiyorum." Xiaojun ve Hendery başlarını yavaşça eğdikten sonra Mark iyi bir azar yiyeceğinin farkına varmıştı. Daha az önce uyarılmıştı konuşmamaları gerektiği konusunda ve bu kadar söz dinlemez olmak bazen kendini bile şaşırtıyordu.
"Niye korktularki bu kadar?" Johnny elindeki atıştırmalığı umursamazca midesine gönderirken Mark ve Xiaojun'un arasındaki gerilim her saniye büyüyordu.
"Daha az önce uyarmıştım oysaki seni!" Xiaojun dişlerinin arasından konuşurken bir ejderha kadar öfkeliydi. O Mark'ı korumaya çalışıyordu ancak Mark sanki bir an önce ölmeyi diliyor gibiydi.
Belinde saniyelik hissettiği eller tüm öfkesini bir anda çekip alırken gözlerini kapatmış içinden geriye doğru saymaya başlamıştı.
Hendery'in üzerindeki bu etkisinden nefret ediyordu. Her kavgalarında onu bu şekilde bir anda yumuşatıyor olması adil değildi. Ve Hendery onu her ayrıntısıyla tanırken Xiaojun'un onu hala tam anlamıyla tanıyamıyor oluşu korkutucuydu aslında.
Yeşil gözlerini araladığında denizleri andıran gözler görüş alanına girdiğinde yüreğinin ferahladığını hissetti. Belindeki eller yavaşça çekilirken derin bir nefes bıraktı gürültülü salonda.
"Mark lütfen beni dinle." Mırıltısı her ne kadar duyulmadığını düşünmesine sebep olsada Mark'ın onaylayan başıyla birlikte üzerindeki lacivert cekete döndü bakışları. Hendery'in yanında oluşu bile mental açıdan onu deli gibi yoruyor, yakıyor bir o kadar da rahatlatıyordu. Ve Xiaojun bundan nefret ediyordu.
Uzun bekleyişin ardından büyük kapılar yavaşça aralandığında tüm fısıltılar yok olmuş koskoca salonda tek bir çıt dahi çıkmaz olmuştu. Mark'ın gözleri kapının önünde bekleyen gri gözlerle buluştuğunda titrediğini hissetmişti. Tüm vücudu kasılmış hareket dahi edemezken Kral ağır adımlarla onun için açılan yoldan ilerlemeye başlamıştı. Üzerindeki zümrüt yeşili uzun pelerin öylesine güzel sergiliyorduki omuzlarını Mark çıldıracağını düşündü. Pelerinin üzerindeki her bir yılan işlemesi sanki canlıymışçasına hareket ediyor onun ihtişamını haykırıyordu. Uzun bal sarısı saçları geriye doğru özenle taranmış ve tacını daha da görkemli göstermişti. Ve Mark bu ihtişamın karşısında kendini küçücük hissetmekten alıkoyamamıştı.
Kralın her adımında aralarındaki mesafe kapanmış adımlarının rüzgarı yüreğini titretmişti. Hemen ardından ilerleyen Sir Taeil'de kırmızı sırt dekolteli takımıyla onun kadar ihtişamlıydı aslında. Omuzlarından beline kadar dökülen zincirler Johnny'yi çıldırtsada Mark'ın dikkatini çekememişti. Gözlerini hala kralın üzerinden çekemiyordu. Siyah gömleğinden gözüken teni ve dövmesi hayal görüyormuş gibi hissetmesine sebep oluyordu. Zihni Haechan'ın varlığının gerçek olduğu gerçeğini kabullenemiyordu.
Tahtının önünde durduğunda herkes eğdiği başını kaldırmış ona güler yüzle bakmaya başlamıştı. Mark hiç eğmediği başını kaldırma gereği duymamışken defalarca  gözlerini çekmeye çalışmış ancak başarısız olmuştu. Ve işin tuhaf yanı Kralın bakışlarıda ondan başkasında değildi. Koskoca salon tek bir ağızdan krala iyi dilekler dilerken onların bakışları birbirlerinden başka yere gitmiyordu. Kaşları çatılı değildi ancak bakışları hiç olmadığı kadar korkutucuydu. Nefes kesiciydi. Bundan hoşlanmış olmak çılgıncaydı. Neyseki Mark çılgınlık yapmayı çok severdi.

"Taeil beni mahvediyor gerçekten." Johnny lila içecekten son 3 saattir yaptığı gibi bir bardak daha bitirdiğinde ağlamaklı bakışlarını masasından kaldırmış ve Mark'a çevirmişti.
"Vücut hatlarının bu kadar fevkalade olacağını düşünmemiştim. Yemin olsun hayatımda gördüğüm tüm kadınların belinden daha güzel bir beli var." Elindeki bardağı yavaşça masaya bıraktığında Sir Kun'un yanındaki Sir Taeil'e çıkardı bakışlarını. Johnny hayatında Sir Taeil kadar cüretkar kimseyi görmemişti. Onun kadar hoş kimseyide görmemişti. Bu ikilem onu çıldırtıyordu.
Mark bakışlarını tüm salonda gezdirirken kendi masalarında eğlenen Prens Chenle ve Jisung'ı izledi bir süre. Sürekli birbirleriyle şakalaşıyor onlar için bırakılan yiyeceklere pek dokunmuyorlardı. Etraflarından gezen soyluların takılarını, kıyafetlerini eleştiriyor onların bunu duymasını umursamıyorlardı. Doğrusu Mark çok eğlendiklerini biliyordu. Bu ufakta olsa tebessüm etmesine sebep olmuştu. Fakat onları izleyip tek gülümseyen Mark değildi.

"Hadi ama koca oğlan az yardımcı ol bana." Fısıltısı pek kimsenin olmadığı koridorda yankılanırken tökezleyerek birkaç adım daha atmaya çalışmıştı. Gece yarısına pek bir şey kalmamıştı ve hızlı davranması gerekiyordu.
"Hadi Johnny pek bir şey kalmadı." Birkaç adım daha attıktan sonra omzunun üzerinde uyuklayan Johnny'nin odasına nihayet varmış kapıyı tüm gücüyle açmıştı. Karanlık odada ses hızla yayılırken sürüklediği çocuğu az daha çekiştirerek yatağın üzerine yarı yatırmış bir şekilde geriye çekilmişti. Derin soluklarını düzenlemeye çalışırken ayakkabılarını çıkarmış, ayaklarınıda yatağa çıkardıktan sonra nihayet yerine yatırmış sayılırdı.
"Tanrım bir daha kesinlikle bu kadar içmeyeceksin." Üzerindeki ceketide çıkardıktan sonra kolunun tersiyle anlındaki ter damlalarını silmiş odadan dışarıya çıkmak için hareketlenmişti.
Çanlar henüz çalınmamıştı fakat pek zamanı yoktu Mark'ın. Hızlı adımlarıyla odasına ilerlerken nefes nefese kalmayı pek önemsememişti. Nihayet gözüken kapısıyla derin bir nefes alıp hızla kendini içeriye attığında sırtının kapıyla buluşmasına izin vermişti.
Çalmaya başlayan çanlarla içine nihayet rahatlık yayılırken bedeninin eriyip düşmemesi için kapıya sıkı sıkı tutunmuştu Mark. Yer sanki yavaşça ayaklarının altından kayıyor pamukların üzerine yayılması için mekan hazırlıyordu. Sessizlik nihayet bedenini kaplamışken duyduğu çıtırtılarla gözlerini hafifçe aralamıştı.
"Tam zamanında geldin." Yüksek sesle irkilirken karanlıkta yeni yeni seçtiği silüetle donduğunu hissetmişti. Karanlıkta parlayan gri gözler içini yeniden tir tir titretirken açık balkonunun kapısından içeriye dolan bahar havası bir ıslık gibi geliyordu kulağına.
"Burda olduğunuzu bilmiyordum." Adımlar ağır ağır ona yaklaşırken Mark kaşısında rahat bir tavır edinmeye çalışmış bitiştiği kapıdan ayrılmıştı. Ağır birkaç adımdan sonra düğmelerini açtığı ceketi çıkarmış sandalyesinin üzerine bırakmıştı. Boğazındaki gömleğinin fularını çözerken tekrar Haechan'ın sesi doldu odaya.
"Bugün bana niye öyle baktınız Prens Mark?" Mark titreyen ellerini saklamak için ardında birleştirip arkasına döndüğünde burnuna çarpan yasemin kokusuyla afallamıştı. Haechan hiç olmadığı kadar yakınındaydı. Hiç olmadığı kadar farklı bakıyordu bu sefer. Yumuşaktı bakışları ve gözleri bu zifiri odada bile parıl parıldı.
"Nasıl baktım?" Mark adımlarını milim milim geriye çekerken dirseklerini tutan elle kalmıştı olduğu yerde. Canı her an bedenini tek edecekmiş gibiydi.
"Her şeymiş gibi." Sabah üzerindeki zümrüt yeşili uzun pelerin şimdi Mark'ın yatağının üzerindeydi. Omuzlarını tam saran siyah gömleğin yakasından yanık teni parlıyordu. Dövmesi hiç olmadığı kadar renksizdi.
"Üzgünüm farkında değildim." Haechan bir adım daha yaklaştığında Mark terleyen elleriyle onu engellemek istercesine kollarından tutmuştu.
Ancak bunu engellemek istediği için yapmamıştı. İkiside bunu çok iyi biliyordu.
"Bir kez doğruyu söylemeni isterdim.." Nefesini nerdeyse boynunda hissediyor olmak çıldırmasına sebep olurken dudaklarına değen tatlı dudaklarla kafayı yiyeceğini biliyordu Mark. Neyseki tahmini onu şaşırtmamıştı.

Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin