İkinci kez sabitlendiği masada korkuyla beklerken Sir Taeil üzerindeki lacivert sabahlıkla gözükmüştü kapının ardında.
"Gece çıkmaması gerektiğini öğrenememiş." Kral keskin bir o kadar da yumuşak ses tonuyla konuştuğunda Mark nerdeyse ağlayacak gibi hissediyordu.
"Üzgünüm Xiaojun ve Hendery belirttiğini söylemişti." Mark onları dinlememenin cezasını ağır ödüyordu.
Taeil iki elinide beline yasladığında kralın yanında uykulu bakışlarıyla ona bakıyordu hala.
"Abimin yanına gitmek istemiştim sadece." Şimdiye kadar iyi dövüşebildiğini zanneden Mark, kralın karşısında iki hamleyle yere yapıştığından beri böylece bağlı yatıyordu işte.
Dolu gözlerini engellemeye çalışırken kapıdan giren Xiaojun ve Hendery'le gözlerindeki yaşları nerdeyse tutamayacak raddeye gelmişti.
"Üzgünüm efendim." Xiaojun birkaç kez eğildiğinde Hendery'in bundan pekte hoşnut olmadığını fark etmek zor değildi.
"Sana iyi öğretemedikleri için onları cezalandırmamı ister misin?" Tüm bakışların ona döndüğünü hisseden Mark donduğunu hissetmişti.
Tamam çok iyi bir insan değildi ancak bunu yapamazdı. Suçu onlara atmak kulağa mantıklı geliyor olsada bir kez doğru olanı yapmak istedi.
"Onların suçu yok. Bu kadar ciddi bir olay olduğunun ben farkına varamamıştım." Hendery durgun bakışlarını herkeste gezdirirken Xiaojun'u ardında çekmeye başlamıştı hafif hareketlerle. Korktuğu şeyleri sıralamaya başlasa sabahı ederlerdi burda. Ve Xiaojun'un kendinden daha çok korktuğunu biliyordu.
Kral Haechan bakışlarını odada gezidirken ellerini hafifçe havaya kaldırdı.
Mark ilk sefere göre daha tecrübeliydi artık, bunun ne demek olduğunu anında anlamış gözlerini kapatmıştı. Odada tek gözlerini kapatan Mark değildi. Hendery'in ardında gözlerini sımsıkı kapatmış Xiaojun olacaklara tanıklık etmek istemezken Taeil ise sadece başını çevirmekle yetinmişti.
Mark ilk kez ölümü kabullendi. Sadece başına gelecekleri beklemeye başladı.
"Hendery Prens Mark'ı kuralları bir kez daha öğretebilmeniz için odasına götür." Sesi az öncekinden daha sakin çıkarken Mark dolan gözlerini aralamadı. Bileklerinden çözülen altın halatları hissettiğinde kolundan tutan Xiaojun'un desteğiyle doğruldu.
"Tabi efendim." Kral odadan çıkarken Mark oturduğu masadan kalkamadı bir süre.
Tek istediği iyi bir hayattı aslında. Sadece rahat yaşayabilmeyi dilemişti. Bunları istememişti. Xiaojun'un desteğiyle masadan indiğinde konuşmaya yüzü kalmamıştı. Hendery hala konuşmazken Xiaojun bir şeyler fısıldıyor gibiydi kendi kendine.
Sessizce geçtikleri koridor sonrası Mark tanıdık kapıya ulaştığında derin bir nefes çekti ciğerlerine.
"İyi geceler çocuklar." Kapıyı yavaşça açıp içeriye girdikten sonra daha fazla tutamadığı gözyaşlarını serbest bıraktı.
Ağlayan birinin sesinin nerdeyse her odada yankılandığı bu saray hiçbir şey yokmuş gibi uykuya gömüldü o gece.
Mark ise ağlamaktan canı çıkana kadar ağladı. Uyku kolları arasına sarıncaya kadar."Uyanmasını bekleyelim sadece gece geç uyudu." Yumuşak sesi hafifçe algılamaya başladığında biraz daha uyumak isteyerek başını yumuşak yastığına biraz daha gömdü.
Kapalı gözlerinin ardından hafifçe vuran gün ışığından mahrum kalmak için başına kadar çekti koyu yorganını.
"Xiaojun korkma tamam mı? Elimden geldiğince hep koruyacağım seni." Dün olsa gülümseyerek dinleyeceği şeyler Mark'a artık pek cazip gelmiyordu. Sonsuza kadar bu yatakta böylece yatıp çürümeyi diliyordu.
"Biliyorum. Hep yaptın. Hep yapacaksın." Fısıltıları kaybolurken Mark derin bir nefes verdi dudakları arasından.
Aşkı dahi istemiyordu artık. Birileriyle beraber olmayıda istemiyordu. Sadece Johnny'ye ihtiyacı vardı.
Sadece kan bağının olmadığı kardeşine ihtiyacı vardı.
Uyuyamayacağının farkına vardığında yavaşça yataktan doğrulmuş gözlerini aralamıştı. Öylece oturan Hendery ve Xiaojun'u gördüğünde gülümsemeye çalışmış şiş gözlerinin farkında olmadan onları izlemişti.
"Günaydın çocuklar." Karşısındaki iki çocukta başını sallarken Mark üzerine geçirdiği sabahlıkla köşedeki masaya yürümeye başlamıştı.
Sarı saçları delicesine dağınıkken önündeki ılık sütten bir yudum aldı.
"Anlatmanız gereken şeyler oluğunu zannediyorum." Tüm yemekleri eliyle iterken gülümsedi yapabildiği kadarıyla.
"Acelesi yok şimdi yemeğini ye." Hendery düz sesiyle konuştuğunda itilen yemekleri tekrar Mark'a uzatmıştı.
"Hendery biliyorsun... istemiyorum." Gülümsemeyle tekrar yatağının üzerine çıktığında odadan derin iki soluk sesi yükseldi.
Dün tüm yaşlarını tüketircesine ağladıktan sonra yatağında öylece yatıyordu.
"Saraydan çıkmak ister misin? Jaehyun abi çarşıya inecekti bugün eşiyle birlikte." Mark başını sallarken havalandırdığı yorganının içine tekrar girmişti.
"İstemiyorum." Bir süre duraksadıktan sonra gözlerini bomboş duvardan çekip karşısındaki çocuklara çevirdi.
"Johnny'ye gidebilir miyim?" Titreyen sesiyle sorduğunda Hendery başını sallamış ona kıyafetler uzatmıştı.
"Elbette. Daha önce söylediğimiz gibi gece yarısından sonra hiçkimse kral çağırmadıkça odasından çıkamaz. Ama gün doğdu Mark istediğin yere gidebilirsin." İki gençte ona gülümserken Mark ona uzatılan kıyafetleri paravanın ardında giyinmeye başlamıştı.
Xiaojun ve Hendery konuşamazken kesişen bakışlarını indirmişlerdi yavaşça.
Xiaojun'un içindeki Mark'ı koruma güdüsü büyürken yanındaki çocuğun kolları altına sığınıyordu her seferinde. Mark'a eski hayatını geri vereceklerdi. Bunu her şeye rağmen yapmaya hazırlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aranyhid • markhyuck
FantasíaKovulmuş Fransa Prensi Mark ve Yeni Dünya Kralı Haechan.