"Mark'ı sana bırakır mıyım zannediyorsun? Sen ve fahişe karın oğlumu benden alamayacaksınız ben kraliçeyim bunu değiştiremezsin." Bağırışları tüm sarayı inletirken Mark korkuyla sarıldığı annesinin kolları arasında sadece olan biteni anlamaya çalışıyordu.
Bir bahar günüydü. Ağaçlar çiçeklenmişti. Sarayın bahçesinde kurumamış birkaç çiçek fidesi rengarenk duruyordu. Ancak herkesin üzerinde bir kasvet vardı. Koyu yağmur bulutları gibi. Kimse bu güzelliği görmüyordu. Herkesin gözünde korku vardı.
"Sen bir çocuk doğuramayacaksın bile. Mark'ın veliaht prens oluşunu değiştiremeyeceksin."Annesinin dantelli ve kabarık eteğinin arasında onu tutan kollar tarafından kaybolurken Mark içinde bulunduğu durumu anlamlandıramayan bir çocuktu sadece.
"Kraliçem lütfen prens Mark'ı bize verin." O zaman tek yaptığı annesinin kolları arasında olanları izlemekti.Bir bahar günü olduğu için Johnny ile beraber oyun oynamaktan başka isteği yoktu.
Mark bahar günlerini severdi.
Her zaman baharı sevdiği kadar annesininde onu sevdiğini hayal ederdi. Geceleri saçlarını öper, canını ne kadar yaksada ayağının taşa takılmasına kıyamazdı.
Uzun kahverengi saçları öylesine güzel dalgalıydı, beyaz yuvarlak yüzü öylesine güzel ve gençti ki babasının yaptığına hiçbir zaman akıl erdirememişti.
Annesini bir bahar günü boşadığını sarışın İsviçre Kraliçesiyle neden evlendiğini anlayamamıştı.Yine bir bahar günüydü her şeyin başladığı an. Annesinin intikamla yanıp tutuştuğu, İsviçre kraliçesini merdivenlerden yuvarladığında da bir bahar günüydü.
"Mark evimize döneceğiz oğlum. Bitti bu harabe yerde olan sürgünümüz. Bundan ne olur kimseye bahsetme."Bir bahar günü çıldırmıştı annesi. Ellerini bir bahar günü hamile bir kadının kanına bulamıştı.
Ne yazık ki Mark annesinin oğluydu. Yine bir bahar günü çıldırmıştı kendiside. Yapabileceklerininin sınırı yoktu.Dışarıdan taşınan çiçek kokusu sabah sabah burnuna çalınırken dudaklarına yerleşen belli belirsiz gülümsemeyle biraz daha uyumak istedi.
Dün neler yaptığını az buçuk hatırlıyordu. Sarhoş değildi sahiden. Kafayı sıyırmıştı sadece. Kollarının arasına kıvrılan Haechan'ı hatırlıyordu. Ona verdiği sözleri hatırlıyordu. Bu yüzündeki tembel gülümsemeyi genişletirken gece duyduğu şeylerin aklına doluşmasıyla gözlerini araladı yavaşça. Açık terasın kapısından süzülen çiçek kokularını içine daha çok çekti. Sırt üstü yattığı yatakta odanın tavanını izledi.Haechan'ın yatağında yatıyor oluşu yüreğini ağrıtırken üzerindeki kırmızı örtüyü yavaşça çekiştirerek doğruldu. Bakışları kocaman odanın içerisinde gezerken açık teras kapısından dışarıyı izleyen kralı gördüğünde soluğu kesildi.
Ensesinde topladığı saçlarından kaçan tutamlar rüzgarda savurulurken hareketsizce dikiliyordu öyle. Bir resim gibiydi. Sadece saçları hareket ediyordu. Nefes bile almıyordu sanki.
Yüksek yataktan indiğinde ayaklarının onu götürdüğü yere gitti soluğunu tutarak.
Dün gece tamda burda duyduğu şeyler zihninde dolanırken gülümsedi. İçinde anlatamadığı bir rahatlık vardı. Bugün Johnny'yi görmediği gerçeği bile bunu değiştiremiyordu.
"Eğer halkın kulağına giderse olacakları biliyorsun değil mi Haechan? Yinede vazgeçmeyecek misin?" Dün gece üzerinde beyaz gömleğiyle burda olan Sir Taeil'di bunları söyleyen.
Uykusunda duyduğu seslerle afalayan Mark duyduğu şeylerin onlarla alakalı olduğunu anlayınca uyuyor gibi yapmaya devam etmişti. Duymak istiyordu söyleyeceklerini. Birbirlerine asla açık olmayacaklarını biliyordu.
"Sen vazgeçer miydin?" Çaresiz sesi uyku sersemi bedenini eritip pelteye çevirirken hareket etmemek için zor tuttu kendini. Duyduklarının onu mutlu edip etmeyeceğini bilmiyordu. Tatmin edip etmeyeceğinide.
"Konu sensen vazgeçerdim." Sir Taeil'in az öncekinin aksine yumuşak sesi odayı doldururken Mark ciğerlerini sıkan nefese direnmeye devam etti. Johnny'nin bunu duysa ne tepki vereceğini kestiremezdi. O hiçbir zaman belli duygu geçişleri olmayan bir adamdı.
Ama Mark bunun üçünden başka kimsenin bilmeyeceğini biliyordu.
"Geçme lütfen abi. Çünkü ben kendimden vazgeçmeyeceğim."Soğuk mermerlerin bıraktığı iç gıcıklayıcı hisle yürümeye devam ederken uzun zamandır bir resim gibi duran Haechan hareketlendi. Olduğu yerde yavaşça üst bedenini çevirdiğinde gözlerine değdi zarif gözleri.
Mark aldığı nefesini veremedi. Avuçları terledi, dizleri titredi. Gözlerine değen şeffaf gözlerle tuttuğu soluğunu yavaşça vererek yavaşlamış adımlarını az daha hızlandırdı.
Şu an Haechan'ın nasıl hissettiğini anlamak mümkün değildi. Dövmesi hiç olmadığı kadar kaybolmuştu. Gözlerinin rengi geçişliydi. Ne maviydi ne yeşildi. Hafif güneş, birazcık yeşillik daha çok umut vardı. Ama hiçbir duygu yoktu. Bakıyordu sadece.
O an eski hallerine döndüğünü düşündü. Yüreği hiç acımadığı kadar acıdı.
"Uyumadın mı?" Titreyen dudaklarından dökülen tek söz sonrası Haechan'ın ona uzattığı eline kaydı gözleri. Midesi bulanıyordu. Ona dokunmak için yanıp tutuşuyor bir taraftanda olacakları kestiremiyordu.
Beyaz ellerini ona uzanan esmer ellerle birleştirirken bakışları tekrar Haechan'ın yüzüne çıktı. Arkasındaki çiçekli ağaçların arasında öylesine güzel duruyordu ki Mark delirdiğine kesinkes karar verdi. Annesinden daha çok delirmişti.
Tek bir fark vardı aralarında. Annesi iktidar gücü için delirmişti. Mark'ı delirtense bunca zamandır kabul edemediği aşık olma düşüncesiydi.
Elleri birbirlerine temas ettiğinde Mark yüzüne yerleşen aptal gülümsemeyle titreyen bacaklarını ileletmeye devam etti. Ne çok bilmek isterdi şu an ona bakan gözlerin ne gördüğünü.
"Bahar gelmiş." Haechan'ın sesini duymasıyla bile tüylerinin diken diken olmasına engel olmadı. Mermer korkulukların üzerine dayadıkları elleriyle Haechan öylece etrafı izlerken bile Mark ona bakmaktan kendini alamadı. Hala birbirlerinde olan ellerini düşünmemeye çalışırken kuruyan boğazını rahatlatmak için yutkundu. Hiçbir farkı olamayacağına emin olsada yaptı bunu. Çünkü bazen sadece denemek isteriz. Umutsuzda olsak umut ederiz.
Mark buraya geldiğinde birine aşık olabileceğini, hatta onu defalarca ağlatan, birbirlerine nefret duydukları birine aşık olabileceği aklının ucundan bile geçirmemişti.
Ama burdaydı şimdi. Büyülenmiş gibi karşısındaki güneşten daha parlak çocuğu izliyordu.
Her zamanki gibi görkemli durmuyordu karşısında. Bugün daha sakin, daha huzurlu bir görüntüsü vardı. Bu dövmesinin olmayışından kaynaklanıyordu.
"Dövmen neden yok?" Sesi rüzgarın sesini yarıp geçerken ufak bir gülüş geldi kraldan.
"Kayboldum çünkü." dedi. Kayboldum. Bakışlarını birbirlerine çevirdiklerinde gri rengine dönmüş gözleri gülümsedi.
"Ben kaybolduğum için o da kayboldu." Dudaklarındaki çaresiz gülüş genişlerken ona yaklaşan Mark'ın soluğu çarptı yüzüne.
İkiside birbirlerini bu kadar yakından izlemenin ve eşsiz bir manzaranın önünde olmaktan mutluydu.
Haechan'ın manzarası Mark'tı. Gözleri ağlamaktan şiş ve kızarmış, sarı saçları dağılmış yüzünde tembel bir ifade olan Mark'tı. Bunu bu kadar geç fark etmenin yüreğinde bıraktığı derin sızıyla tuttuğu eli bırakıp parmaklarını birbirine doladı.
İkisininde üzerinde görkemli kıyafetleri, başlarında taçları, Haechan'ın soylu kimliği olmadan solukları dudaklarına çarparken burdalardı. Mark'ın yalanları yoktu.
"Kaybolmuşuz. Bak benide yanında getirmişsin." Elleri esmer çocuğun yüzünde dolanırken gülümsedi.
İlk kez öpüştüklerinde Mark'ın Haechan kadar nefret ettiği ama bir o kadar da arzuladığı kimse olmamıştı daha önce. Haechan'ın yakıp yıktığı konuşmasından sonra Mark ona karşılık verdiği için kendinden nefret etmişti.
İkinci kez öpüştüklerinde ise Mark'ın aklında ondan başka düşünce yoktu. Dudaklarını yavaşça dudaklarına değdirdiğinde bu hissi daha önce hiç yaşamadığına emindi. Onu kaybetmeyecekti.
Bir bahar günü kendine bunun için söz vermişti. Annesinin delirdiği bir bahar günü Mark'ta delirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aranyhid • markhyuck
FantasíaKovulmuş Fransa Prensi Mark ve Yeni Dünya Kralı Haechan.