gün doğana kadar

991 150 22
                                    

Dolu gözleriyle etrafı seçemezken dik tutmaya çalıştığı omuzları bir kez daha düşmüş hıçkırıkları dudaklarını parçalayarak dökülmüştü koyu odaya. Nasıl bu hale geldiklerini inanın hatırlamıyordu bile. Nasıl böyle bir savaşa sürüklendiğini.
Ellerinin altındaki birkaç defteri hırsından kurtulmak için fırlatırken bunun faydası olmayacağını biliyordu. Ancak yinede deniyordu.
"Sen zavallının tekisin. Korkak bir aptalsın bize ne yaptığına bak!" Boğazı yırtılana kadar bağırırken hala odada tek bir sesin bile çıkmıyor oluşu sinirlerini bozuyordu. Rüzgar dahi durmuş iki prensin atışmasını dinliyordu.
"Sözlerine dikkat et Chenle!" Söyleyecekleri sahiden bu muydu? Cidden bunları mı söylemek istiyordu? Böyle davranmak içinden mi geliyordu?
"Zavallısın gerçekten hiçbir suçu olmayan Jisung'ı zindana attırırken ne düşünüyordun? Onun daha çocuk olduğunu biliyorsun, derdin benim ondan ne istiyorsun?" Tüm sarayın duyacağı şekilde bağırıyordu. Boğazı paramparça olmuştu ancak neden hala abisine ulaşamıyordu? Sanki önlerinde kocaman uçsuz bucaksız bir duvar vardı. Ancak bu duvarı Chenle istememişti.
"Sen ve yanındakiler beni görmezden geldiniz Chenle. Sahiden tahta çıkabileceğini mi düşünüyordun?" Oturduğu sandalyeden nihayet kalktığında birkaç adım atmış kardeşiyle arasındaki mesafeyi azaltmaya başlamıştı.
Nihayet Chenle abisinin gözlerine bakabiliyordu. Ancak görmek istediği şeyler yoktu bakışlarında.
"Bunu istemediğimi biliyorsun. İstesem bile Jisung'ı buna sürüklemeyeceğimi..." sesi kısılırken aralarında tek bir adım kalana kadar yaklaşan abisinin gözlerine bakmaya devam ediyordu. Belki bir kez acırdı ona. Bir kez abi olacağı tutardı.
"Yazık, o çocuk için benim gözlerime bakmaya katlanıyorsun. Ne var onda bu denli seni mahveden Chenle?" Chenle'nun yüzüne yayılan histerik gülüşle beraber Haechan'ın yüzüne yayılan gülümseme eş zamanlı olmuştu.
"Sevgi var, sen bilmezsin." Hafifçe kapanan gözleriyle derin bir nefes almış gözlerini tekrar abisinin ruhsuz bakışlarına sabitlemişti.
"Bırak onu tahtı istemediğimi biliyorsun, giderim onuda alıp buralardan uzaklara görmezsin bile beni ama ne olur bırak onu kılına zarar gelmesin." Haechan'ın yüzündeki gülümseme düştüğünde ifadesiz bir şekilde kardeşinin gözlerine bakmış sabit tutmaya çalıştığı sesiyle bir adım daha yaklaşmıştı.
"Git burdan Chenle. Yüzümüzü ikimizden biri ölene kadar görmeyelim."
Geçmişlerinde bunları söylemişken şimdi neden burda olduğunu bilmiyordu. Kardeşine olan özlemini mi kabullenemiyor, Mark'a olan tuhaf tutumundan mı bu hatalara düşüyordu kestiremiyordu. Ancak karşısında elleri tir tir titreten Jisung yüreğini ağrıtıyordu.
"Hoşgeldiniz efendim sizi beklemiyorduk." Sir Kun her zamanki sakin tavrını korurken Kral nihayet bakışlarını Jisung'ın üzerinden çekmiş masadaki keyfi bozulan herkesin üzerinde gezdirmişti.
"Uğramak istedim sadece." Sir Kun'un masanın etrafındaki görevlilere atığı tek bir bakışlar herkes dolanmaya başlamış kral için servisler açmış hizmete başlamışlardı.
Chenle'nun Jisung'ın kolundan desteklemesiyle Sir Kun yine dayanamamış konuşmayı başlatan olmuştu.
"Jisung içeriye geçebilirsin sen." Sir Kun'un kralın üzerinde bile kurduğu bir hakimiyeti vardı. Haechan dahi bunu kabullenmiş ses çıkarmamıştı çoğu zaman, şimdide o anlardan biriydi. Ona olan nefreti tüm devlet adamlarının önünde alevleniyordu hep.
"Yemeğin sonuna gelmişim biraz daha erken gelmeliydim." Masadaki gerginlik devam ederken Chenle bir kahkaha bırakmış parmaklarını kadehinin etrafında gezdirmeye başlamıştı.
"Neden Jisung yemeğini yiyemesin diye mi? Üzerinden yıllar geçti gördün değil mi eserini?" Haechan derin bir nefes alırken önüne konulan yemeğe bakış atmış gözlerini kardeşinin gözlerine çıkarmıştı.
Yıllar önce ona yalvaran çocuk yoktu karşısında. İçinde abisine karşı birazcık bile sevgisi olan çocuk yoktu. Bu onu mahvetti. Yüreği sıkıştı. Kardeşinin gözlerinde gördüğü öfke ve nefret sanki üzerinden geçti.
"Geçmişi yad etmeye gelmedim Chenle." Tok sesi yemek odasında yankılanırken Mark sessiz durması gerektiğini düşünüyordu. Bu onu aşan bir konuydu. Her ne kadar canını yakmak istese bile gözlerine baktığında yüreğindeki acıyı görebiliyordu. Bu acı belkide ona yeterdi.
"Annemin tarifi değil mi bu?" Bıçağıyla parçaladığı bifteğine baktı bir müddet.
"Sahiden abi ne istiyorsun? Bunu bize yapmaya hakkın yok." Mark oturduğu yerde kımıldanırken Xiaojun'un gözlerine bakmıştı. Burda olmaması gerekiyordu.
"Sir Kun yemek için çok teşekkür ederim. Biz kalksak iyi olacak." Güler yüzle konuştuğunda bakışları kralın açık renk keskin gözleriyle kesişmişti.
"Nereye prens Mark? Chenle'yu en iyi sizin anlayacağınızı söylüyordunuz?" Tek kaşı hafifçe havalandığında Mark üzerine geçirdiği pelerinle uğraşmayı bırakmış kralın gözlerine bakmaya başlamıştı.
"Bu benim savaşım değil. Aile meselelerinize karışmam doğru olmaz." Tekrar ayaklandığında prense dönmüş hafif bir gülümsemeyle teşekkürlerini iletmişti.
"Sir Kun, Prens Mark'ı yolcu eder misin?" Prens Chenle abisinin gözlerinden ayırmadığı gözleriyle konuştuğunda ortamdaki gerginlik Xiaojun'u nerdeyse ağlatacak cinstendi. Büyük salondan çıkmadan önce duyduğu son şey hizmetlilere dışarıya çıkmasını emreden Prens Chenle'ydu.
"Üzgünüm Prens Mark. Bu ilk defa oluyor, yemek pek planladığımız gibi gitmedi." Mark hafif bir gülümseme verdiğinde üzerindeki pelerinle oynamayı bırakmış bir ay gibi parıldayan Sir'e dönmüştü. Sahiden kusursuzdu.
"Çok iyi vakit geçirdim Sir Kun. En yakın zamanda tekrar etmeliyiz ancak siz önce Jisung'la ilgilenin lütfen. Pek iyi gözükmüyordu." Sahiden saf bir endişeyle söylüyordu bunları. Ancak emin olduğu şey Jisung'ı sonuna kadar koruyacak ve herkese kafa tutacak Chenle vardı. Abisinden bile en ufak bir çekingenliği yoktu. Geçmiştekinden daha olgun, daha cesaretli ve ayakları üzerinde duran bir Chenle vardı artık. Bir kez daha onun canı için yalvarmayacağına söz vermişti. Buna izin vermeyecekti.

"Babasının cenazesine bile gelmeyecek mi sahiden? Böyle bir evladımın olmasındansa hiç çocuğumun olmamasını yeğlerdim." Chenle cenaze başında bekleyen Sir'lerin ardında tutmaya çalıştığı gözyaşlarıyla uğraşırken babasının cansız bedenine bir kez daha baktı. Babasının cenazesine bile gizli gizli katılmak zorunda kalmıştı.
"Efendim gitmeliyiz artık, abiniz birazdan buraya gelecek." Sir Kun'un sesi zihninde yankılanırken başını sallamış düşen gözyaşlarını umursamadan dizlerinin üzerine çökmüştü.
'Özür dilerim baba. Abimin zalimliğine boyun eğmek zorunda kaldığım için.
Ancak söz veriyorum bana arkadaş olsun diye göz kulak olduğun Jisung'ın bir daha incinmesine izin vermeyeceğim. Bir gün buraya en azından göğsü dik prens Chenle olarak çıkacağım.
Ben hiç tahta çıkmak istemedim baba. Her doğum günü dileğim bir kez abimin sahiden kardeşi olabilmek oldu.
Ancak bundan sonra benim bir abim yok baba. Özür dilerim.'

Tatlı tatlı esen rüzgar geceliğinin yakasından tüm vücudunu sararken irkildi Mark. Muhtemelen herkes uyuyordu, koca saraydan çıt bile çıkmıyordu. Buna alıştığını kabul edebilirdi. Tüm gün Sir Taeil'le vakit geçiren Johnny'nin aksine pek iyi bir gün geçirmiş sayılmazdı. Bu yüzden sıcak bir duş almış üzerine geçirdiği saten gecelikleriyle kendini odasının ufak balkonuna atmıştı. Esen rüzgarın altında sadece oturuyordu. Hiçbir şey yapmadan. Ancak bu gece pekte beklediği gibi huzurlu olmayacaktı. Yavaşça açılan kapısının gıcırtısına döndüğünde bir çift parlak göz gördü. Yüreğini sızlatan. Gözlerinin dolmasını sağlayan.
"Burda ne işin var?" Şaşkınlıkla soran Mark'ı başta aldırmadı. Üzerindeki pelerini çıkartıp yere bıraktığında Mark oturduğu yerden kalkmış öylece dikilen çocuğa dikmişti gözlerini.
"İnan bende bilmiyorum." Ellerini yavaşça Mark'ın havada asılı elleriyle buluşturduğunda titrek nefesi doldurmuştu odayı. Şaşkın bakışlara aldırmadan üzerindeki lacivert gömleğin iki düğmesini açtı. Sanki soluk alamıyordu.
"Sadece burda olmak istedim." İpek yatağın üzerine oturduğunda şaşkın Mark'ta yanına oturmuş hala olanlara anlam vermeye çalışıyordu.
"Chenle'yu fazla kırmışım. Artık bana karşı nefretten başka bir his beklemiyor." Karanlık odanın içerisinde öylesine güzel parlıyordu ki Haechan, Mark yanık teninden çekemedi bakışlarını. Bu karanlıkta bile güneşten daha aydınlık yüzünden uzak kalamadı.
"Ben herkesin bildiği şeyleri biliyorum aranızdakilere karışmam doğru olmaz." Haechan hafif bir gülümsemeyle başını sallarken başını hafifçe Mark'ın omzuna yasladı. Kaybetmişti işte. Saçları düzenli, sabahki hırçın, soluğunu kesen çocuk yoktu karşısında. Daha fenası vardı. Kıvırcık sarı saçları yüzüne dökülüyordu, saten gecelikleri öylesine güzel gösteriyorduki Haechan bununla daha fazla baş edemeyeceğini biliyordu.
"Sarhoş falan mısın? Sabah yüzüme dahi bakmayacakken yine olmayacak şeyler yapıyorsun." Mark'ın bir hışımla söylediği şeylere Haechan hafifçe gülümsemiş başını biraz daha boynuna sokmuştu.
"İçmedim. Kaybettiğimi kabullendim sadece." Mark irileşen gözleriyle hala olan biteni anlamaya çalışırken ayağa kalkan çocuğu izledi.
Şimdiden omzundaki sıcaklık kaybolmuştu. Hızla ayağa kalktığında esmer çocuğun elini buldu titreyen elleri.
"Gece yarısını geçti dışarı çıkamazsın." Cümlesinin ardından Haechan kocaman bir kahkaha atarken aralarındaki mesafe nerdeyse kaybolmuştu.
"Ben kralım. Bu yasağı koymamın sebebi geceleri istediğim gibi gezebilmekti." Mark diğer eliylede elini tuttuğunda bakışları ellerine düştü birkaç saniyeliğine. Bembeyaz tenine Haechan'ın esmer yanık teni öylesine çok yakışıyordu.
"Gün doğana kadar bence anlatacak çok şeyin vardır." Haechan'ı ellerinden tutmuş yatağına çekerken yüreği patlayacak gibi atıyordu. Ne tepki vereceğini kestiremiyordu Haechan'ın hiçbir zaman bir anı bir anını tutmamıştı. Yanına oturan çocuğun tacını çıkardı önce. Saçlarındaki çiçekli toklarını çıkardı. Uzun saçları elleriyle düzeltti. Ardından dizlerine yatırdı. Sanki doğduğu andan beri bunun olmasını bekliyordu. Yüreği öylesine rahat ve ferahtı ki bunu tarif edemezdi.
"Mark biliyor musun sabahki halinden çok daha güzelsin."

Aranyhid • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin