Sedan öfkeyle asfaltın üzerinde kayarak döndü ve ileri atılarak caddede bir ok gibi ilerledi. Bir kaç ruhsuz arabanın sesiyle yola atılsa da onu yakalamaktan çok uzaklardı. James dikiz aynasından bakıp gülerek orta parmağını kaldırdı. Arabanın ses sistemini açmış, sahibinin yüklediği kıvrak disko parçalarından birini çalmaya başlamıştı. Beatrice otoparktan çıktıklarından beri hiç konuşmamıştı. Kucağında Jones'un kanı bulaşmış spor çantalar duruyordu. James ona bakıp sağ elini kızın çantaları tuttuğu sol elinin üzerine koyarak, "Her şey yolunda aşkım. Her şey yolunda..." dedi. O kadar keyifliydi ki çok belirgin olan problem belirtilerini görmemişti bile. Beatrice gülümseyerek, "Henüz değil ama olacak," diye mırıldandı. Çantaların gerisinde, kapı ve çantalar arasında genç kadının diğer eli James'e çevrili tabancayı tutuyordu.
Yağmur tüm gücüyle yağarken James'in sedanı kampüse ulaşan kapının önünde durdu. Kapı açılmayınca ikisi de arabadan indi. Yağmurun sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Fakat yağmur sisi dağıtmış, görüş mesafeleri arttırmıştı. Beatrice etrafındaki manzaraya bakınca bunun iyi bir şey olup olmadığına karar veremedi. Yağmurla sönmüş arabalardan geri kalanlar, parçalanmış dükkan vitrinleri ve cansız bedenler... cesetlerin görüntüsü Beatrice görevini hatırlattı. Genç kadın kapıya yönelince James de onu izledi. Beatrice kapıyı yumruklayacaktı ancak kapının açık olduğunu fark edince duraksadı ve silahının namlusuyla kapıyı itti. Kapı açılınca kampüsün boş bahçesi ortaya çıktı. Bahçe de onlarca ceset olmasaydı herkesin kuru bir yerlere kaçtığını düşünebilirdi. Cesetlerin çoğu göğüs göğse çarpışırken ölmüştü. Bahçedeki savaş manzarasına bakan Beatrice ve James'in gözlerini sonunda birbirlerine kitlendi. Beatrice, genç adamı o an, orada vurup, vurmaması gerektiğini düşünüyordu. Bu bakışlardan ne çıkartacağını bilemeyen James bir kaç metre ötesindeki bir adamın sırtındaki baltayı çekip çıkardı. Baltanın üzerindeki kandan tiksinen genç adam onu cesede silerek temizledi. Beatrice ise geçici hastane olarak ayırılan hastaneye girdi. Burası da savaştan payını almıştı. Hastaların çoğu bağlı oldukları sedyelerde öldürülmüştü. Kendisiyle konuşan doktorun cesedi bir hastasının üzerindeydi, sırtından defalarca bıçaklanmıştı. Ruhsuzların pek çoğu da burada vurulup öldürülmüştü. Beatrice onları aslında hastalar için yukarıdaki balkonlara yerleştirilmiş muhafızlar tarafından vurulduğunu biliyordu. Biri bu balkonlardaki yerinden düşmüştü. Ona sarılıp aşağıya, ölüme birlikte atlayan kadınla yan yana yatıyordu. James bu adama gidip hemen ilerisindeki Ak47'yi aldı. Bu silahı sadece filmlerden biliyordu ama silah o kadar kolay kullanılıyordu ki zorlanmadan şarjörünü kontrol edip, silahı kurdu.
Binanın içinde hala jeneratörler çalışıyordu. Prizlerde telefonlar şarjda doluyor, ışıklar yanıyordu. Sol taraflarındaki pencerelerden iç avlu görünüyordu. Sağ taraflarında akademisyenlerin odaları bulunuyordu. Yerler cesetlerle, boş kovanlar ve silah yerine kullanılan aletlerle doluydu. Beatrice ayağı kaygan zeminde kayında tıslarcasına küfretti. Birilerinin birbirlerine karışmış ve zemini kaplamış kanına bastığını fark edince sustu. İlerde bir yerlerden gelen bir tıkırdamayla ikisi de durdu. Beatrice tabancasını, James tüfeğini loş koridora çevirmişti ancak senin devamı gelmedi. İkili birbirine bakıp ilerlemeye devam etti. Beatrice silahını sağ çaprazında, bir kaç metre önünde yürüyen James'in başına doğrulttu. Bu işi burada bitirmeliydi. Kimse burada olanların hesabını soramazdı. Ama ya hatalıysa, ya bu söz James'in gurubundaki deyimlerden biriyse?
Beatrice kararsızlıkla silahını indirdiğinde boğuk bir ses duydu. Aynı sesi James de duymuştu. Bu bir telsiz sesiydi. Boğuk ve parazitli ses James ve Beatrice arasındaki bir yerlerden geliyordu. James ses doğru yürürken Beatrice sese gelen birilerinin olup olmadığına baktı. James üniversite kampüsünde çalışan sivil güvenlik görevlisinin cesedini çevirdi. Gırtlağı parçalanmış adamın belindeki telsizden konuşmalar geliyordu. Adamın bedeni altından çıkan telsiz daha fazla ses çıkarmaya başlayınca Beatrice de, James de endişeyle çevrelerine baktı. James telsizin sesini aceleyle kapatırken Beatrice bahçedeki ışıkları gördü. James silahlarıyla baktıkları yerleri kontrol eden adamları görünce sevinçle ve aceleyle camı açtı. Daha bir şey söyleyemeden silahlara bağlı altıdan fazla el lambası ışığı ve bir kaç lazer işaretleyici kendisine döndü. Genç adam korkuyla ellerini kaldırırken el lambalarının parlak beyaz ışığının bulutsu duvarı ardından bir ses, "O silahı indir ve yavaşça seni görebileceğimiz bir yere gel," dedi. Beatrice dışarıdaki adamlara endişeyle bakmaktan başka bir şey yapamadı.
Dışarıda yağan yağmur hala hızını azaltmamıştı. Bu yüzden kapı girişinde buluşmuşlardı. Çoğunun oluşturduğu bir halka içinde duruyorlardı. Halkayı oluşturanların bazıları onlara, bazıları da koridorla avluya bakıyordu. Profesyonel askerler gibi giyinmiş ve donanmış adamların hepsi yaklaşık James ve Beatrice ile aynı yaştaydı. Hepsi gözlük ve gaz maskesinden oluşan seti takıyordu. Maske markaları ve tipleri farklıydı ama ekipman hepsinde vardı. Sırtlarındaki WOLFPACK yazısını gören Beatrice onlara Bay Turnip'in öldüğünü söylemişti. Yüzleri görünmeyen adamların lideri onlarla konuşurken, "Öldüğünü net olarak gördünüz mü?" dedi soğuk bir tavırla. Bunun üzerine Beatrice, James'e baktı. James başını iki yana sallayarak, "Eee evet," dedi homurdanırcasına. Adam maskesinin ardındaki gözlerini kısarak. "Evet mi, hayır mı?" "Yani oradan kurtulamazdı..." diye geveleyince Beatrice'in gözleri hayretle büyüdü. Lider arkasındaki bir adama başıyla işaret verince sırtında büyük bir telsiz olan genç adam arkasını dönüp avluya çıktı ve bulunduğu yerden kampüsün bahçesinde duran iki zırhlı araca motorlarının çalıştırılmasını işaret etti. Bu sırada Beatrice bir helikopter sesi duymaya başladı. Lider ikisine, "Sizin aracınız Bayan Hallburn. Limandaki güvenli bölgede sizi ve Bay Howard'ı bekliyorlar," dedi. Beatrice çantalarına bakarak, "Peki ilaçlar?" diye sorunca lider adamlara hareket etmelerini işaret ederek, "Kampüs bir saat kadar önce düştü. Kurtulan üç yüz kadar kişi 112. Caddeden güneye inip, White AVM'ye sığındılar. Oradan geçerken ilaçları onlara bırakacağız."
"Ya Bay Turnip?" diye sordu genç kadın. Bitkinlikten ölüyor, dizleri titriyor, kasları çekiliyordu ama vicdanı rahat değildi.
Lider, James'e bakıp, "Onu bulacağız," dedi sadece.
"Ben de geleceğim," dedi Beatrice başını gururla kaldırarak. Lider ek kaşını kaldırıp, "Bayan Hallburn biz tur grubu değiliz," dedi canı sıkılmışçasına. Beatrice duygusuz bir ses tonuyla, "Siz Klan'ın Kurtlarısınız, Ben de Carolyn'in Asistanıyım. Bu konuyu tartışacak mıyız komutan?"
James itiraz edecekti ama konuşulanlardan hiç bir şey anlamıyordu. Tek anladığı Beatrice'in söylediklerinin gücüydü. Zira tüm adamlar bir anda ona dönüp bakmıştı.
Lider bahçeye iniş yapan helikoptere bakıp başını çevirerek, "Gölge," dedi.
Beatrice merakla ona bakınca, "Adım bu. Gölge," dedikten sonra Beatrice'in ardındaki üç kişiye, "Bay Black, Bay White ve Bay Brown. Bayan Hallburn'den siz sorumlusunuz. Canı sıkılırsa eğlendirecek, ölmek isterse onun yerine öleceksiniz. Birinden hoşlanmazsa o kişiyi bir daha canlı görünmeyecek anlaşıldı mı?" diye sordu. Üçlünün en irisi olan Bay Brown, "Kristal gibi netti patron," dedi.
Gölge diğer üç kişiye bakıp, "Siz de Bay Howard'a helikoptere kadar eşlik edin," dedi. "Limanda onu bekliyorlar."
James uzaklaşmadan önce Beatrice baktı. Ama Kurtlarla çevrili genç kızın sadece belli belirsiz siluetini görebildi. Onu burada bırakmak istemiyordu ama Kurtların kendine bakışı James'i ruhsuzlardan daha çok korkutmuştu. Yorgundu ve artık güvende olmak istiyordu. Bu yüzden NeXco'nun helikopterine doğru giderken nerdeyse koşacaktı. Beatrice'se uzaklaşan genç adamı izlerken sadece yumruklarını sıkıyordu. Helikopterin sesi yüzünden birbirine kenetlenmiş dişlerinin gıcırtıları duyulmuyordu. Genç kadın içinde tuttuğu her şeye, her değere, yalnızlığında konuştuğu her yüze James'i öldürebilmek için yemin etmişti ve o şimdi bir helikoptere doğru gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kristal Gül Serisi
Teen FictionBergoff Adalarını hiç duymamışsınızdır. Halkının Üç Kız Kardeş olarak andığı adalar Boston'un doğusunda yer alır. Haritalarda bulunmaz, ansiklopedilerde yer almaz. Birleşik Devletlerden bağımsız olan bu üç ada Birleşik Devlertler'in en büyük petrol...