Beatrice sanki yüz yıllardır o koltukta oturuyormuşçasına yavaş ve güç harcayarak ayağa kalktığında Jack kapıdan yeni içeri giriyordu. Tina onu yakından görünce soluğunu tutmuştu. Beatrice ise adamın görünüşüne aldırmadı bile, halsizce yürüdü ve yorgunca Jack'e sarıldı. Sarıldığı zaman içindeki boşluğun dolduğunu hissetti. Artık yarım değildi, artık kimsesiz değildi. İkili neredeyse beş dakika kımıldamadan birbirine sarıldı. Sonunda Beatrice doğrulup, Jack'in kalan tek gözüne bakarak, "Neden bu kadar uzun sürdü?" dedi.
Jack hüzünlü bir bakışla sağlam kalan elini Beatrice'in yüzünde, yara izlerinde ve dudaklarında dolaştırdı. Genç adam birkaç ay boyunca sakal bırakmıştı, yüzünün bir tarafı tamamen parçalanmıştı. O taraftaki gözünün üzerinde siyah deri bir bant vardı. Bu sakalların ardından gülümseyerek, "Beni artık ofis malzemelerinden toplamaları çok zaman aldı. Bir de yolda kaybolduk..." diye homurdandı arkasını göstererek. Bu sırada Tina ona doğru gelmişti. Jack, Tina'ya gülümserken genç kadın ona uzanıp Jack'i uzun uzun dudaklarından öptü. Jack şaşkın şaşkın ona bakarken, "Jack Winter," dedi. "Seni seviyorum, seni istiyorum. Ne zaman istersen bana sahip olabilirsin ama Beatrice Hallburn'ü de seni sevdiğim kadar sevdiğini ve ona ait olduğunu biliyorum. Ona ihanet ettim ve seni kıskandığım için onu öldürmeye çalıştım. Bu yüzden adil göreceğiniz her cezaya boyun eğerim," dedi. Tina ikisinin önünde diz çöküp başını eğerken Jack ve Beatrice birbirlerine fal taşı gibi açık gözlerle baktılar.
Jack, Juka'nın ona gösterdiği büyülerden beri bu kadar şaşırmamıştı. Hatta onlara bile bu kadar şaşırdığı söylenemezdi. Ancak onu asıl şaşırtan Beatrice'in tepkisiydi. Beatrice elini Tina'nın başına koyarak, "Ben seni affediyorum. Jack isterse ikimizi de alabilir. İkimiz de ona aitiz," dediğinde Jack onların ya da kendisinin bir nevi uyuşturucu etkisinde olduğunu düşünmeye başladı. Tina bir cevap bekleyen meraklı bakışlarla ayağa kalkarken sanki bu işareti bekleyen Otto içeri girdi. Salondaki üç gence bakarak gülümsedi ve şapkasını çıkartarak, "Carolyn odasında mı?" diye sordu.
Jack eliyle Otto'yu işaret ederek, "Otto Von Lonzenreiter. Kurtarıcım, büyücü ve bilge," dedi. Tina ve Beatrice açıkçası, büyücü ve bilge kısmını çok da ciddiye almamıştı. İkisi de beyaz kıyafetli yaşlı adamı başlarıyla selamladılar. Jack arkasında kalan iki güzel kadına da çekimser bir ifadeyle bakıp, "Bay Lonzenreiter, ben size yolu gösteriyim," dedi. Merdivenlere doğru yürüyen adam yavaşça yürümesine rağmen topallıyordu.
Eski evin merdivenleri ikilinin ağırlıklarıyla gıcırdarken merdivenin ucunda, elinde MP5K ile bekleyen koruma Jack'e bakıp sırıtarak, "Seni lanet piç," dedi yüksek olmayan bir sesle. "Patron seni gördüğüne çok sevinecek." O da diğerleri gibi kevlar bir savaş yeleği, giymiş, omuzluk, kol ve bacak korumaları takmıştı. Sırtında bir pompalı tüfek, bacak kılıfında da, bir tabanca taşıyordu. Jack iri yarı adama sadece gülümseyerek cevap verdi. Adam o zaman Jack'in ne kadar hasar aldığını fark etti ve sırıtışı az da olsa gölgelendi. Korumanın yanından geçtiklerinde loş bir koridora girdiler. Geniş koridorun ucunda iki koruma daha vardı. Otto onlara bakarken, "Ben mi yanlış anladım, yoksa sen o iki güzel kadından kaçtın mı?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kristal Gül Serisi
Teen FictionBergoff Adalarını hiç duymamışsınızdır. Halkının Üç Kız Kardeş olarak andığı adalar Boston'un doğusunda yer alır. Haritalarda bulunmaz, ansiklopedilerde yer almaz. Birleşik Devletlerden bağımsız olan bu üç ada Birleşik Devlertler'in en büyük petrol...