Bir gün herkes ait olduğu yere döner, olması gerektiği gibi. Onun yolculuğu çok uzun zaman almıştı. Denizler, nehirler, vadiler ve dağlar geçmişti. Şimdi tek başınaydı, olması gerektiği gibi. O evine dönüyordu. Uzun boyluydu, tıpkı annesi gibi ve geniş omuzluydu, babası gibi. Bir zamanlar neşeliydi, o zamanlarsa neşesini kendi yaşdaşları çalmıştı. Hiç bir zaman yakışıklı, etkileyici ya da sadece sempatik olmamıştı. Konuşurken onu dinlemelerini sağlayacak bir sesi de yoktu, söylediklerinde çoğunlukla haklı olsa bile. Okuldakilerin ona "kaybeden" demesine rağmen girdiği hiç bir mücadeleyi kaybetmemişti. Tek başınalığı onu önce üzmüş, sonra öfkelendirmişti. Ki öfkeli olmak zaten doğasının bir parçasıydı. Babası ona kendisiyle ilgili gerçeği uzun zaman önce anlatmış, onu kanındaki lanete hazırlamak istemişti. Ancak o, bu öfkeyi doğru yönlendirmiş, ondan faydalanmıştı. Laneti onu her zaman doğaya yakın tutmuştu. Bu doğa ananın kendisi gibi olanlara çağrısıydı. O doğa ananın çocuğuydu. Yıllarca parkur, doğa yürüyüşleri, krav maga ve airsoft yapmıştı. Tüm bu seçimleri onu değiştirmiş ve güçlendirmiş, fakat bir o kadar da yalnızlaştırmıştı. Babası ona bunun olacağını da söylemişti. Bir gün kendisi gibi birini buluncaya kadar yalnız yaşayacaktı. Ya da lanetini kabullenip onu lanetiyle sevecek birini buluncaya kadar...
Lisenin sonunda ailesiyle birlikte bir trafik kazası geçirmiş, bir buçuk ay hastanede yatmıştı. Yüzünün yarısı korkunç bir şekilde yanmış, ses telleri büyük oranda zarar görmüştü. Doktorlara göre yaşaması mucizeydi, fakat o gerçeği biliyordu. Onu hayatta tutan şey lanetiydi. Hala reşit olmadığı için Sosyal Hizmetler onu yurda yerleştirmeye çalışmıştı. Ancak o sadece eve dönmek istiyordu. Gece yurttan kaçarken büyük bir maceraya bulaşacağını bilmiyordu. Bu macera onu evinden çok uzağa, Alaska'ya götürecekti. Yıllarca Alaska'da bir petrol istasyonunda çalışmıştı. Onu olduğu gibi kabul eden sadece istasyondakiler vardı. Görünüşüyle, konuşmasıyla, ya da yüzündeki yarayla hiç ilgilenmemişlerdi. Aslında onunla hiç ilgilenmemişlerdi. O da tam olarak bunu istiyordu. Orada, medeniyetten ve her şeyden uzakta genellikle mutluydu. Tatillerini ve izinlerini Alaska'nın vahşi doğasında harcamıştı. Ancak ne yaparsa yapsın sonunda gözü her zaman güneye, evinin olduğu yere dönüyordu. Sonunda tüm bu kaos başladığında tıpkı diğerleri gibi yola çıkmıştı.
Yolculuğu uzun ve zorluydu, ancak yol arkadaşları da öyleydi. Kırk petrol işçisinden geriye on bir kişi kalmıştı. Bunun tek nedeni de adamların evlerine gitmek için gruptan ayrılmasıydı. Onları ne soğuk, ne depremler, ne de ruhsuzlar önleyebilmişti. İyi savaşmış ve iyi yürümüşlerdi. Şimdi uzaklaşan on adamı izleyen Eric Davenport sonuncu adamın durup ona tüfeğini kaldırmasıyla elindeki tüfeği havaya kaldırdı. Bu onları son görüşüydü. Çoğu ona kendileriyle gelmesi için ısrar etmişti. Güneyde hava sıcaktı, ekvatora kadar inecekler yaşanabilir bir yerler bulacaklardı. Ancak Eric bunu istemiyordu. Uzun zamandır bunu düşünüyordu. Yaşam ona verebileceği her zorluğu vermişti. Daha fazla zorlamanın anlamı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kristal Gül Serisi
Novela JuvenilBergoff Adalarını hiç duymamışsınızdır. Halkının Üç Kız Kardeş olarak andığı adalar Boston'un doğusunda yer alır. Haritalarda bulunmaz, ansiklopedilerde yer almaz. Birleşik Devletlerden bağımsız olan bu üç ada Birleşik Devlertler'in en büyük petrol...