"
gözleri sürekli gözlerindeyse
sana olan merakındandır
ama gözlerini kaçırıyorsa
o gözlerde sana ait bir şey vardır
"Zweig der ki; "...ilk kez bu dünyaya ait birisi için var olduğumu hissediyordum."
Potter evinde geçirecekleri son sabaha ilk uyanan Sirius oldu, gözlerini yavaşça ve gece yaşanan her şeyin rüya olmasından korkarak açtı. Gözlerini açmasıyla çatlamış dudakları güzelim bir gülümsemeyle kıvrıldı. Remus Lupin uzun boyuna rağmen kolları arasında kaybolmuş, kafasını Sirius'un omzuyla boynu arasındaki girintiye yaslamış bir şekilde uyuyordu. Dün uyumadan önce beraber banyo yapmışlar, Sirius yorgun olan Remus'ın saçlarını yıkamıştı. Kendisi de deli gibi yorgundu ancak karşınızda ıslak ve sevimli sevimli sırıtan bir Remus olduğunda yorgunluğunuzun bir önemi kalmıyordu, Sirius Black tarafından yaşandı ve onaylandı.
"Remus, bence sen Black olma, ben Lupin olayım." dedi alayla. Bir eli Remus'ın saçlarında, usulca genç adamın açık kumral saçlarını okşarken.
Remus önce bir kıpırdandı, sonra ise gözlerini aralayarak kafasını Sirius'a bakmak için geriye doğru yasladı. Gözleri mağrur, dudakları hala kızarıktı.
"Siktir, sabahları bu kadar güzel olman haksızlık."
Remus gülümsedi, gözleri hala yarı aralık, dışarıdan gelen kış güneşi saçlarında dans ediyordu. Günlerce yağan kardan sonra bu sabah kış güneşi kendisini göstermiş, ısıtmıyor olmasına rağmen parlaklığıyla gökyüzünü boyamıştı. Remus bir elini usulca Sirius'un yanağına yasladı. Sirius suratını bir kedi gibi Remus'ın eline sürtmüştü.
"O kadar kitap okudum." diye söze başladı Remus. "O kadar şiir okudum, şarkılar dinledim ve gökyüzünü izledim uzun uzun. Bilirsin bu tür şeyler adamı şair de eder bilgin de."
Sirius kafasını salladı ve onu dinlemeye devam etti. Remus'a doğru yaklaştığı için kış güneşi ona da vuruyordu şimdi, siyah saçları daha parlaktı ve gözleri ışıldıyordu. Gerçi, belki de gözlerinin parlamasında güneşin değil de Remus'ın etkisi vardı.
"Ama sana baktığımda, seni deli gibi severken dahi söylemek istediğim cümleleri kafamda toplayamıyorum." dedi Remus usul usul konuşuyordu, sesinden şarkı dinlemek gibi hissettiriyordu onu dinlemek. "Ne söylesem eksik kalacakmış gibi, ne söylesem kelimelerin gücüne o kadar güvenmeme rağmen yine de yeterince ifade edemiyormuşum gibi."
Sirius uzandı ve Remus'ın dudaklarına naif bir öpücük bıraktı. "Hiçbir şey söylemene gerek yok." dedi ve tekrar öptü. "Bana hep böyle bak, yeterli."
Öpücükler çoğaldı, dudakların arasında kıkırtılar birbirine karıştı daha çok. İki güzel kahkaha seslerinin birbirine karışmasından güzel şarkı yoktu zaten. Sirius birden aklına gelen şeyle duraksadı ve Remus'ın üzerinden çekilerek doğruldu.
"Remus... fazla sessiz." dedi şüpheyle. "Ev çok sessiz."
Remus şaşkınca doğruldu. "Nasıl yani?"
Sirius yataktan kalkarak eline ilk gelen şeyi, buram buram lavanta kokan Remus'ın kazağını üzerine geçirdi. Altına ise dolaptan yeni yıkanmış pijama altlarından birini geçirdi. "James hala odayı basmadı. Hala gelmemiş olmasın?"
Remus sırıttı. "Belki de özelimize saygı duymuştur? Tamam... ağzımdan çıktığı an vazgeçtim."
İkili kıkırdadı, gerçekten de ev fazla sessizdi. James'in çoktan odayı basması ve ikisinin ortasına atlaması gerekiyordu. Bunun yerine oldukça huzurlu bir sabah geçirmişlerdi, hatta belki de geçirdikleri en güzel sabahtı. Remus da ayaklanarak yavaş adımlarla üzerini giydi, arka tarafı ağrıdığı için hareketleri çok hızlı değildi ama çok kısıtlı da değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pretty please // wolfstar
Fanfiction" ateş, yakabileceği her şeyi yakana dek yanar ancak o zaman söner... " 🥀 "Lütfen dur artık." dedi Remus Lupin. Dağınık açık kumral tutamlarının arasında, pencereden gecenin ışığıyla aydınlanan yüzü yalvarmaya bir nefes alışveriş uzaklıktaydı. De...