"
iki insanın aynı anda birbirini sevmesi mucize
ama bunun aynı anda ve sürekli devam etmesi
mucizenin ötesinde.
"Franz Kafka der ki; "Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor."
Regulus Arcturus Black yanında taşıdığı parmaklıkların varlığına alışkındı, hayatının sonuna kadar orada olacaklarına da oldukça emindi. Ancak her an her şeyin olabileceğine inanan insanların gerçekten de bir bildiği olmalıydı, elleri cebinde cübbesi arkasında savrulurken koridorlarda yürüyorken dudakları kıvrılmaya yer arıyor gibi titriyordu. Artık hayali parmaklıklar orada değildi, artık boğazına oturan yalnızlık hissi de orada değildi. Hala geleceğin çok parlak ve güzel olacağına inanmıyordu, hadi ama birbirimizi kandırmayalım. Hangimiz geleceğin harika olacağına inanıyorduk ki zaten?
Ancak biliyordu ki gelecekte başına gelebilecek kötü olaylara karşı durabilecek güce sahipti. Adımları onu Tek Gözlü Cadı Heykeli'nin önüne getirdiğinde taş duvara yaslanmış bir şekilde onu bekleyen James Potter'ı gördü. Saçları her zamanki gibi karmakarışık değildi, gözlükleri düzgün ve dudaklarında keyifle mırıldandığı bir melodi vardı. Gülümsemek için yer arayan dudakları bu fırsatı kaçırmadı, gözleri parlarken gülmemek imkansız olurdu zaten.
Artık tek değildi, tek savaşmayacaktı.
"Çok beklettim mi?" diye sordu James'in yanına geldiğinde. James onu görür görmez doğruldu ve bir mıknatıs gibi elleri birbirine dolandı. "Seni beklemek benim için ne zaman sorun oldu ki?" diye cevapladı onu James. Ses tonu yaramazdı ancak zaten Regulus en çok da bu halini seviyordu.
"Yine de bekletmekten hoşlanmıyorum." dedi Regulus gizli geçit açıldığında ve yürümeye başladıklarında. James gülümsedi, ne de güzel oluyordu böyle gülümseyince.
"Çünkü bir an önce beni görmek istiyorsun değil mi?"
Regulus gözlerini devirse de sırıttı. James iflah olmazdı, olmasındı da zaten.
"Tüh, yakalandım." dedi onun oyununa eşlik ederek.
Geçit sayesinde çok geçmeden Hogsmeade meydanına çıkmışlardı bile. Balyumruk deposundan dışarıya çıkmak her zaman kolay olmuyordu ancak James artık buna alışkın olduğundan sorun değildi. Açıkçası Hogsmeade'i en çok öğrenciler olmadığında ve sessiz sakin olduğunda seviyordu. O zaman tüm meydan onlara kalmış gibi rahat hissederdi. Bu sefer sabahın erken saatinde değil de güneş batmaya yakın buluşmuşlardı, bunun sebebi James'in farklı bir planı vardı.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Regulus. Kenetli elleri ve James'in yönlendirmesiyle güneşin batmaya yakın loşluğunda sokaklarda yürüyor olmak keyifli olsa da nereye gittiklerini merak ediyordu. James göz kırptı, kenetli ellerini sıktı ve "Muggle dünyasının klişe randevuları nasıl olur, şimdiden sana gösteriyorum." dedi sırıtarak.
Üç Süpürge'nin ve hatta Hogwarts öğrencilerinin klişe randevu buluşma yeri olan Madam Puddifoot'un Çay Dükkanı'nın önünden geçtiler, gittikleri yer neresi ise Regulus'un daha önce hiç gitmediği bir yer olmalıydı. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra Bağıran Baraka'nın bulunduğu tepeyi tırmandılar ama hayır, gittikleri yer orası da değildi. Onun hemen arkasında tüm görkemiyle ve cilalı ahşap duvarlarıyla bir malikane yükseliyordu. Dışarıdan terk edilmiş gibi görünüyor olsa da Regulus biraz daha yakınlaştığında bahçesinde yaza ait çiçeklerin tüm güzelliğiyle rüzgarla salındığını gördü.
"Bu mevsimin çiçekleri değiller." dedi James boğuk ses tonuyla. "Ama biraz büyüyle ve tabii bulundukları yeri çok sevmeleri sayesinde her mevsim yüzlerini gökyüzüne çeviriyorlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pretty please // wolfstar
Fanfiction" ateş, yakabileceği her şeyi yakana dek yanar ancak o zaman söner... " 🥀 "Lütfen dur artık." dedi Remus Lupin. Dağınık açık kumral tutamlarının arasında, pencereden gecenin ışığıyla aydınlanan yüzü yalvarmaya bir nefes alışveriş uzaklıktaydı. De...