"Uyan."
Omzumu dürtükleyen el yüzünden uyanmamak mümkün değildi. Gözlerimi yavaşça araladım ve onun yüzünü gördüm. Sabırsızca beni izliyordu ve uyandığımı fark edince ayağa kalkarak aygırına doğru yürüdü. Eyerde asılı olan deri çantanın içinden tıkıldığı için buruş buruş olmuş bir kumaş yığını çıkardı. Bu, eski, uçları sökülmüş, kötü kokusu buraya kadar gelen bir pelerindi ama bana kalırsa çöpten farkı yoktu. Üzerindeki kaliteli kıyafetlerin yanında elinde tuttuğu paçavrayı düşünmeden omuzlarına geçirdiğinde boynundaki ipleri bağladı ve kapşonunu başına geçirdi. Yüzünün neredeyse yarısı görünmüyordu. Parmaklarındaki gösterişli yüzükleri hızlıca çıkarıp pantolonunun ceplerine soktuğunda hiç dikkat çekmeyen fakir bir adama dönüşmüştü. Bunun ne yararı olacaktı ki? Beni fahişe gibi gösteren kıyafetlerimle yanında olduğumda dikkat çekmemesinin imkanı olmayacaktı.
Hazır olduğunda sabahki şekilde aygırın üzerindeki yerlerimizi aldık ve o da dizginleri salladı. Çok karanlık. Nereye gittiğini nasıl biliyordu hiçbir fikrim yok.
Yine karmakarışık ve engebeli yolları kullanarak ilerledik. Liman bölgesine vardığımızda -ki tam olarak merkezinde bile değildik- çevrede dolanan insanların bakışlarını üzerimde hissetmemek zordu. O da bunun farkına varmıştı ki, çok vakit geçmeden pis kokulu pelerininin ucunu tutup üzerime savurdu. Yeterince büyük olduğundan ikimizi de sarmalayabilmişti.
Büyük gemilerin aksine merkezden daha uzakta kalmış küçük ticaret gemilerinin olduğu tarafa ilerledik. Nadiren de olsa İngiliz askerlerini görüyorduk ama bir sorun olmadan dostu dediği kişinin yanına vardık.
Yaptığı işi yarıda bırakıp eski ve rengi solmuş kıyafetler içindeki bir adam heyecanla "Kaptan!" diyerek üç boynuzlu şapkasını saygıyla çıkardığında kaptan dostunun aksine oldukça mesafeli bir sesle "Henry." diye karşılık verdi ve aşağı atladı. Bunu yapmasıyla açığa çıktığımda Henry ve onun gemisine yük taşıyan tayfasının gözleri bana döndü. Tanrım. O küçük kapıdan geçerken neyse ki mini elbiselerimden birisini giymiyordum.
Bu bakışları umursamayan kaptan, belimden tutarak aşağı inmemde yardımcı olurken "Kız benimle." demişti Henry' e. "Ona yiyecek bir şeyler ver."
"Elbette kaptan. Gemiye binebilirsiniz. Birazdan açılacağız."
Aygırın dizginlerini kaptandan alan on beş ya da on altı yaşlarındaki genç bir çocuğun iğrenç gözlerle vücudumu süzdüğünü görünce kaşlarımı çattım. Bunun üzerine o da neredeyse tamamı çürük dişlerini bana sergilemişti. Cildi öylesine kirli, yağlı ve sivilceliydi ki, midem anında bulandı.
Her ne kadar diğerlerinin yanında bu, küçük bir ticaret gemisi sayılsa da büyüktü. Çelimsiz ve aptal olduğu her halinden belli olan geveze adam bizi bir kamaraya götürürken gözlerini asla benden ayırmamış ve aynı zamanda sohbet etmeye çalışmıştı. Bu çabaları yetersiz kalmıştı elbette. Ondan gelen korkunç ve hastalıklı kokudan başka bir şeye odaklanmak çok zordu.
"İşte burası kaptan." dedi geveze adam bir kapının önünde durduğunda. Gözleri bu sefer göğüslerimde dolaştı. Aynı zamanda pelerininin iplerini çözen kaptan, kolayca kumaş parçasını üzerinden çekip beni izleyen Philip' in ellerine tutuşturdu.
"Kadının güzel." dedi sırıtarak. "Zevkli adamsın kaptan."
"Kimsenin kadını değilim." diye çıkıştım öfkeyle. "Lanet gözlerini vücudumdan çek artık."
Onlarca adamın gözleriyle beni soymasından nefret etmiştim. Çok küçük düşürücü olmakla birlikte utanç vericiydi. Onlar için sikebilecekleri bir şeydim yalnızca. Bana sadece bu yönle bakıyorlardı.
![](https://img.wattpad.com/cover/225844970-288-k686139.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.