Gözlerimi aralayıp suratıma vuran ani parlaklık yüzünden elimi gözlerime siper ederken bir süre sonra bu ışığa alışmış ve elimi karnımın üzerine koymuştum. Parlaklığın sebebi karşı pencereden doğruca üzerime gelen güneş ışığından başka bir şey değildi.
Yine de çok iyi hissediyorum. Vücudum temiz. Hatta tenimden gelen sabunsu koku her nefes alışımda burnuma doluyordu. Giydiğim kombinezon temiz. Ayrıca günlerin sonunda temiz bir yatakta da yatıyordum. Kendi zamanımdaki ortopedik yataklar kadar rahat olmasa da kesinlikle idare edilebilirdi.
O sırada yanıma baktım. Kaptan, dün gece yüz üstü uzandığından beri hiç kıpırdamamıştı. Aynı şekildeydi. Yüzlerimizin arasında ise oldukça yakın bir mesafe vardı.
Zayn.
Adı buydu ve güzel bir adı var, tınısı hoştu. Bunu bana neden söylediğini bilmiyordum ama belki de, en azından artık bir ajan olmadığımı düşünüyordu. Ya da sadece ne dediğini bilemeyecek kadar sorhoş olmuş ve bir anda adını söyleyivermişti. İlkini tercih ederim.
Onu gölgede bırakırken yalnızca bana çarpan gün ışığı beni rahatsız etmeye başladığında perdeyi çekmeye karar vermiştim. Bu yüzden olduğum yerde doğrularak yatağın ucuna doğru ilerleyecektim fakat hareket ettiğim ilk saniyede kaptan kamasını kınından çekti ve boştaki koluyla beni yatağa bastırarak kamayı bedenime saplamak için yukarı kaldırdı. Dehşet içinde ona bakarken düşmancıl gözleri beni bir saniye kadar sonra tanıdı ve kamayı indirdi. Yüzündeki öldürme dürtüsü kaybolduğunda kendini yanıma sırt üzeri bırakmış, elleriyle yüzünü kapamıştı. Büyük ihtimalle içtiği onca şeyin sabahında baş ağrısından ölüyordu.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" dedim olduğum yerde oturma pozisyonuna geçerek. Öyle hızlı ve güçlüydü ki, beni gerçekten öldüreceğini düşünmüştüm az önce.
Sessiz kalmayı sürdürürken tekrar konuştum. "Beni öldürecektin."
Yorgun bir nefes bırakıp ellerini yüzünden çekti ve şişmiş gözlerini bana döndürdü. Az önceki gibi bir vahşet orada yoktu.
"Beni öldürmeye çalışacağını düşündüm."
"Neden bunu yapayım ki?" dedim sitemle. Üstelik yanıma gelen oydu. Ayrıca... Neden şu an gözlerime o şekilde bakıyordu? Dikkatlice, sanki orada saklı bir şey varmış gibi.
"Kimseyle uyumam. Nedeni bu."
Gülümsememeliydim. Ama bunu yaptım.
"Dün gece neden geldin öyleyse? Burada uyudun?"
Keyifle ellerini kaldırıp ensesinde birleştirdi. Bu sırada gözleri kombinezonumun belli ettiği hatlarımda kısaca dolaştı. Sonra yine gözlerimde sabitlenmişti.
"Orospu çocuğu buraya geleceğini söylüyordu."
Önce kimden bahsettiğini anlayamadım. "Dünkü şişman domuz mu?"
Başını onaylar anlamda salladı. "Yeni bir aşçı bulamam. Yaşaman gerekiyordu."
Ciddi bir tavırla bunu söylemiş olsa da bir kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadım. Güldüğüm sırada onun gözlerini kırpmadan beni izlediğini ve sanki gülümseyecekmiş gibi olup dudaklarını araladığını görmüştüm. Bakışları yumuşamıştı.
"Yaşamalı mıyım? Az önce beni neredeyse sen öldürecektin."
"Sebebini söyledim."
Tekrar gülüp gün ışığından dolayı kısılan gözümü ovalarken "Perdeyi çekeceğim." diyerek harekete geçmiştim ama anında kolumdan yakaladı. Tutuşu üzerine zaten kıpırdamam imkansız bir hale gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.