Güzel, rüzgarlı ama serin ve bulutlu bir gündü. Lanet adadan ayrılalı bir hafta geçmiş olmalıydı, gemide bazen zaman kavramını kaçırıyordum. Her şey yolunda gibiydi. Artık sızılarım eskisi kadar olmuyor, ani hareketler dışında acı hissetmiyordum.
Güvertedeki küpeşteye yaslanmış bir şekilde Ölüm' den birkaç yüz metre geriden gelen Kaptan Leonard' ın gemisi Bakire Leydi' ye bakmıştım. Portekiz' e giden yolda birlikteydik. Ve gecelerin çoğunda, güvertedeyken, oradan gelen kahkaha seslerini dinliyordum. Zayn onların her zaman sarhoş olduğunu söylemişti. Doğrusu korsanların neredeyse hepsi alkolikti, bunun o tayfayla bir ilgisi yoktu.
"Yağmur yapacak gibi, değil mi?" diye sordu yanıma ne zaman geldiğini görmediğim Efkarlı Samuel.
Yüzümü gökyüzüne kaldırarak büyük bulutlara baktım. "Öyle görünüyor. Ama yağmuru severim."
"Ben de. Gözyaşlarını saklayabilmek için güzel bir yol."
Benim gibi dirseklerini küpeşteye yaslamış olan Samuel' e baktım. Geniş omuzları olsa da vücudu oldukça çelimsizdi. Yüzü kemikli, seyrekleşmiş kahverengi saçları omuzları hizasındaydı. Bal rengi gözleri ise her zaman hüzünlü bakıyordu.
"Kaptan seni nasıl tayfaya aldı?" diye sordum merakla.
Efkarlı bir nefes bırakıp kıstığı gözlerini Bakire Leydi' ye çevirdi. "Soğuk bir gündü, evet. Kış zamanı geliyordu ve Mathilda' m beni o gün sonsuza dek terk etmişti. Çok acıydı Mariah. Öylesine acı vericiydi ki, orada kalamazdım. Köylüler de beni sevmezdi üstelik, kalmamın hiçbir anlamı yoktu.
"O günlerde köye yeni denizcilerin geldiği duyuldu ama korsan oldukları söyleniyordu. Korsanların evi denizdir, yani hiçbir yer. Beni aralarına alabileceklerini ya da öldürebileceklerini düşündüm."
"Ölmek isteyecek kadar acı içinde miydin?"
"Ve bunu kendim yapamayacak kadar da korkaktım." Yüzünü eğdi. "Bir genelevde, kaptanın karşısına çıktım. İçiyordu. Sarhoştu ama bir o kadar da kendindeydi. Bacaklarında oturan fahişeyi okşamakla meşguldü."
Bu detaydan hiç hoşlanmamıştım.
"Ondan çok korkmuştum. Bana baktığı o ilk anda ise neredeyse işeyecektim. Bana ne sikim karşısında durduğumu sordu. Onlara katılmak istediğimi ya da beni öldürmesini istedim. İlgisini çekmeyi başarmıştım. Hatta elini fahişenin bacaklarının arasından bile çekmişti. Doğruca neden ölmek istediğimi küfürler ederek sordu. Ben de ona kadınımın gittiğini söyledim. Etrafındaki adamları kahkahaya boğuldu. Onun ise dudaklarında belirsiz bir tebessüm vardı, irislerindeki kıvılcımları görebiliyordum. Meydan okurcasına bana bakıyordu."
"Kabul etti, değil mi?"
Gözlerini yüzüme çevirdi. "Biraz zorlu oldu."
"Nasıl?"
"Kadınına sahip çıkamayan bir orospu çocuğu olduğumu söyledikten sonra beni dövdü."
Gözlerim büyümüş ve "Dövdü mü?" demiştim hayretle.
"Öldüresiye, evet. Öleceğimi sanmıştım. Ama benimle işi bittiğinde hala nefes aldığımı fark ettim. Yakalarımdan tutarak beni yerden kaldırdı ve masaya fırlattı. Masaya bir çuval gibi yığılmıştım, kalkamadım. Bana tepeden İsa gibi baktı ve zavallı olduğumu söyledi."
"Neden sana bu kadar kaba davrandı?" diye sordum aklım karışmış bir şekilde.
"Çünkü zavallıydım güneş kadın, herkesin ezebileceği biriydim."
"Tüm bunlardan sonra nasıl tayfaya katılabildin?"
Hemen anlatmıştı. "Masada öylece yatmayı sürdürürken ona yumruk atmamı istedi. Eğer gerçek bir adam gibi ayağa kalkıp ona sağlam bir yumruk atabilirsem tayfaya katılmama izin verirmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.