Yeni doğan güneşle parıldayan dışarısına pencereden bakıyordum. Zayn'in dün akşam dönüşüyle umut dolu güzel bir güne uyanmış olmak içimde iyi hislerin varlığını ortaya çıkarmıştı. Her ne kadar kız kardeşinin ölüm haberi biraz burukluk verse de onun sağlıklı bir şekilde bana dönmesi bazı sorunları görmezden gelmeme neden oluyordu.
"Takımını beğendim." demişti arkamdan. Omzumun üzerinden ona baktığımda kılıç kemerini beline bağlamakla meşgul olduğunu gördüm. Ancak yoğun gözleri ilgiyle beni inceliyordu.
Gülümseyerek "Gerçekten beğendin mi?" diye sordum. Çünkü buradaki kadınların neredeyse tamamı elbise giymeyi tercih ediyordu. Pantolon giymek benim için de uzun bir zaman sonra farklılık olmuştu.
"Çıplak olmanı tercih ederim ama evet, beğendim."
Gülerek masanın köşesinde duran, onun için yaptığım kolyeyi aldığımda bedenimi döndürüp ona doğru yürüdüm. Aynı zamanda parmaklarımın arasından sarkan kolyeyi ona göstermiştim.
"Bir falcı bana bu taşı verdi. Ben de onu kolyeye çevirdim. Senin için."
Kaşlarını çatıp bağladığı kemerindeki ellerini iki yana bıraktı. "Neden?"
"Seni koruyacak. Bildiğim bütün duaları okuyarak yaptım."
Saçma bulmuştu. Gözlerinde gördüm. Ancak bu benim için önemli ve anlamlıydı. Enerjilere inanırdım. Bir şeye verilen yoğun inancın işe yarayacağına her zaman güvenmiştim. O da bu inancımı fark ettiğinde muhtemelen beni kırmamak için hiçbir şey söylemeden kolyeyi alarak boynuna taktı. Bunu yapması beni bir kez daha gülümsetmişti. Mutlu olduğumu görünce elleriyle belimi kavrayarak beni bir anda kendisine çekti ve bedenlerimizin arasındaki boşluğu kapattı. Yüzünü boynuma gömerek beni koklarken bir yandan da tenime ıslak öpücüklerini bırakmıştı. Özlemle ona sarıldım. Buradaydı. Ama sanki hala uzaktaymış gibi ona özlem duyuyordum. Umarım tekrar böylesine uzun bir ayrılık yaşamazdık.
"Kolyeyi hiç çıkarmayacağına söz ver." diye mırıldandığımda öpücükleri kesildi ve "Sözüm senin." dedi. Şimdi daha da rahatlamıştım.
"Açlıktan öleceğim."
Sözlerim üzerine yüzünü geri çekerek üzerimden ayrıldı. Doğruca gideceğimizi sanmıştım ancak masaya yönelerek kamamı aldı. "Kamanı yine unuttun."
Tekrar yanıma geldi ve kamamı kemerime sıkıştırdı. Ne yazık ki her defasında unutuyordum. Buna hiç alışamayacaktım galiba.
Tamamıyla hazır olunca kahvaltı yapmak amacıyla aşağı indik. Boş masalardan birisine oturduğumuzda kısa sürede önümüze bırakılan yemeklerimizi yemeye koyulduk. Başlangıçta her şey iyiydi. Dediğim gibi, her şeyi unutmuştum. Mutlulukla yemeklerimizi yiyip birbirimize neler yaptığımızı anlatırken bir an için gözlerim ileriye kaydı ve kocasıyla gelen Gilly ile gözlerimiz kesişti. Onu gördüğümde neredeyse ağzımdaki lokmayla boğulacak gibi hissetmiştim. Gözünün altında ve yanağında taze çürükler vardı. Dudağında ise kabuk tutmuş büyük bir yara.
Bir nevi benim yüzümden ona olan bu şeyi gördüğümde gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Bana bakan Gilly, beni tanımıyormuş gibi ama acıyla yüzünü başka yöne çevirdiğinde ise daha korkunç bir his yüreğimi sardı. Kocasıyla uzak bir masaya oturmuştu.
Bir anda yaşadığım bu değişimin sebebini anlamak için nereye baktığıma baktı ve ardından bana döndü. Ben de gözlerimi zorlanarak Zayn'e çevirmiştim. Daha fazla yemek istemiyordum. Çatalımı tabağın yanına bırakırken şu an verdiğim kararı onunla paylaştım.
"Bir daha asla birisiyle arkadaş olmayacağım."
Asla olmayacaktım. Kiminle arkadaş olduysam onlara zarar vermiştim ve artık bunun olmasına katlanamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.