Geçen günlerden yarım kalan portremi tamamlamakla meşguldüm. Güneş en tepede, belki öğle saatini bir ya da iki saat geçmişti, emin değilim. Ve sabah güne gayet güzel başlamıştım.
Yanağımda gezinen parmaklar uyanmama neden oldu. Gözlerimi açmamış ama onun yanımda olduğunu bilmek beni gülümsetmişti. Hala uyuyor sayılırdım ama yüzünü bana doğru eğdiğini hissettiğimde sessizce "Birkaç işim var." demişti kulağıma. Baş parmağıyla elmacık kemiğimi okşadı ve sonra yataktaki ağırlığı silindi. Hemen ardından tekrar uyumuştum zaten. Uykumu almış bir şekilde tamamen uyandığımda aşağıda kahvaltı yapmış ve onu hiç görmemenin verdiği bir merakla odaya geri dönmüştüm. O andan beri de kendimi çizim yapmakla meşgul ediyordum. Halimden memnundum aslında. Onunla iyiydik. Daha doğrusu artık ondan emin olduğum için memnundum ve zaman zaman aklıma geldikçe yüzümde beliren o çocuksu tebessümü silemiyordum. Sanki tekrar lise aşklarına geri dönmüş kadar heyecanlıydım.
Portredeki son gölgelendirme dokunuşlarını yaparken kapının açıldığını duydum. Omzumun üzerinden o tarafa baktığımda ise onu görmüş ve istemsizce yine gülümsemiştim.
Kapıyı kapatıp çoğu zamanki ciddi suratıyla yanıma geldi ve kollarını birbirine bağlayarak kalçasını masaya yasladı. Aynı zamanda yaptığım çizime bakıyordu.
"İyi olmuş." dedi sessizliği bozarak. Sonra gözlerime baktı. "Yemek yedin mi?"
"Evet, sen neredeydin?"
"Malları sattım. Bu da senin payın." Kemerindeki küçük keseyi alıp masaya bıraktığında sikkelerin birbirine çarpan sesini duydum.
"Ama bu mallar alınırken tayfadan değildim. Kabul etmem doğru olmaz."
Keseyi ona doğru ittirdiğimde "Önemi yok." demişti omzunu silkerek. "Günlerce bizi besledin. Karşılığını alıyorsun."
"Emin misin?"
Başını onaylar anlamda sallayınca heyecanla sırıttım. "Yeni kıyafetler alacağım öyleyse."
Bu beni gerçekten mutlu ederdi çünkü eski hayatımda çok fazla kıyafetim varken şimdi ise sadece iki elbiseyle günlerimi geçirmek tuhaf geliyordu. Hatta buradaki insanlar sadece bir parça kıyafeti parçalanana kadar üzerinden çıkarmıyordu ve bu onlar için çok normaldi. Ancak ben bunu yapamazdım.
Mutluluğum yüzündeki ciddiyetin yumuşamasına neden olduğunda birbirine bağlı olan kollarını araladı ve bir elini yüzüme doğru uzatarak çenemin kenarına dokundu.
"Gününü burada mı geçireceksin?"
"Yapacak başka bir şeyim yok." dedim bir iç geçirerek.
"Güzel, özellikle akşam vakitlerinde burada kal."
"Neden?"
"Fırtına çıkacak."
Ondaki bakışlarımı pencereye çevirerek parlak gökyüzüne baktım. Hiç de fırtınayı andıran bir görüntü değildi.
"Ama hava çok güzel."
"Güneşe aldanma. Çıkacağını biliyorum."
Eh, sanırım çok da kötü olmazdı. Üstelik bu bunaltıcı sıcaklıktan bıkmıştım lanet olsun.
"Tamam."
"Şimdi aşağı gel. İçeceğiz."
Yanağımdaki elini tutup "İçmek için erken değil mi?" diye sordum yüzümü buruşturarak.
"İçmenin bir zamanı olmaz."
Haklıydı. En azından korsanlar adına.
Sıkıldığım için istekli bir şekilde ayağa kalktım. Gitmeye hazırdım fakat tuttuğu elimden beni kendisine çektiğinde aramızdaki mesafeyi kapatmış ve kollarıyla beni hapsetmişti. Birbirimizi doyasıya öptük. Ama şahsen ben ona hiç doyamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.