VII| kill to live

2.6K 222 76
                                    

Güneşin ufukta görünmeye başladığı serin bir sabah vaktiydi. Pelerinime sıkıca sarılırken insanda delicesine yüzme isteği uyandıran denizi izliyordum. Sessizdi. Sessizlik içimde anlamlandıramadığım bir huzur doğuruyordu. Sanki bana ait olmayan bu zamanda ya da yirmiyi geçen gündür korsanların arasında değilmişim gibi bir huzurdu bu.

Kendi zamanımın gürültüsünü düşünüyordum. Arabaları, uçakları, sanayi seslerini ve daha fazlasını... 2020 yılında bu sessizliği bulabileceğim hiçbir an olmamıştı. Belki de hoşuma giden buydu: Doğallık. Doğanın kendisi.

Uğuldayan rüzgar ördüğüm saçımdan kurtulmayı başarmış tutamlarımı oradan oraya savururken gözlerimi kapatarak bir iç çektim. Rüzgarın böylesine değerli olabileceğini hiç bilmezdim. Düne kadar, tam beş gün, rüzgar bize kendisini göstermemiş ve olduğumuz yere çakılarak gelmesini beklemiştik. Can sıkıcıydı. Güneş kavurucu bir sıcaklıktaydı ve hatta burnumda soyulmalar olmuştu. Yüzümde hala kızarıklıkların olduğunu biliyordum.  Çoğu zaman, keşke bir güneş kremim olsaydı diyordum içimden.

Rüzgarsızlığı yine bana yıkan adamlar da olmuştu elbette. Onlar için gemiye uğursuzluk getiren kadındım ama neyse ki, dün gelen rüzgarla birlikte susup yalnızca bana ters bakışlar atmaya devam etmişlerdi. Eh, bakışları karşılıksız kalmıyordu.

Bacaklarıma sürtünen şeyi hissedince gözlerimi açarak aşağı baktım. Geminin farelerini yakalamakla görevli olan kedi oradaydı ve onu gördüğümde gülümseyerek eğilip bir kediye göre fazlaca iri olan bedenini kollarıma almıştım.

"Günaydın Freya." diyerek gece karası tüylerini okşadığımda bundan hoşlanmış bir şekilde mırıldanmaya başladı.

Ona Freya ismini ben vermiştim. Ona burada yalnızca kedi deniliyordu ve açıkçası onu umursayan ya da seven bir kişi de -Minik hariç- görmemiştim. Onu sevdiğimden dolayı peşimden hiç ayrılmıyordu. Ya da Minik' in koca parmaklarının aksine daha küçük olan benimkilerden çok hoşlanmıştı.

Onu sevmeyi sürdürürken yanımıza gelen adam yüzünden hırlayarak kollarımdan atlayıp koşarak buradan uzaklaştı. Jared. İğrenç duygularla dolu yeşil gözlerini her zaman üzerimde hissettiğim bu adamdan hiç hoşlanmıyordum. Bunu açıkça göstermeme rağmen yılmadan peşimdeydi.

"Günaydın." dedi çürük dişlerini göstererek.

"Ne istiyorsun?"

"Sen ne istediğini söyle." Kesesinden bir gümüş çıkararak küpeştenin üzerine koydu ve bana uzattı.

"Anlamıyorum?" Kaşlarımı çatarak tahmin ettiğim şeyi yapmamasını umdum.

"Dinle, kadın. Burada olman hiç hoşuma gitmiyor. Senin de buradan hoşlanmadığın belli. Sıkılıyorsun. Neden eğlenmiyoruz? Geceleri soğuk oluyor, sen de fark etmişsindir."

Bunun gibi aldığım üçüncü teklifti.

"Benden uzak dur."

"Tamam, iki gümüş. Sana uygun mu?"

"İsa!" diye haykırdım öfkeyle. "Beni rahat bırak."

Yanından geçip giderken "Fahişe." diye mırıldandığını duydum ve sonra da tükürdüğünü gördüm. Aptal orospu çoçuğu.

Sakinleşmeye çalışarak ambara inip kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Kısa sürede içerideki masalar dolmaya başladı. Ben de yemeği hazırlamış ve her zamanki gibi Minik' in yardımıyla servisi yapmıştım. Artık sıradan bir davranışa dönüşen bir başka görevimi de yerine getirerek kaptan için olan tepsiyi onun çalışma odasına götürdüm. Önce kapıya yavaşça vurmuş, girme komutunu duyunca da içeri girmiştim.

the reaper • zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin