Yaklaşık beş dakikadır bu korkunç sessizlik sürüyordu. Yataktaydık. Beklediğimden daha rahat, sırtını duvara yaslamış bir şekilde karşımda otururken ben ise kambur bir duruşla konuşmak için çabalıyordum. Nereden başlayacaktım? Nasıl söze girecektim? Böylesine sabırlı olması beni daha da geriyor, titreyen parmaklarımı kontrol edemiyordum. Çok zordu. Ama sonunda kendimi hazır hissedip en baştan başlamaya karar vererek dudaklarımı araladım.
"1995' te doğduğumu söylemiştim." Başını onaylar anlamda sallayınca devam ettim. "Benim zamanımda çocukluktan itibaren okullarda eğitim görürsün. Okul, insanların bir binada toplanıp bilgili kişilerden eğitim gördüğü bir yer. Birçok şeyden eğitim görürüz. Matematik, İngilizce, tarih, coğrafya, edebiyat, felsefe ve dahası... İlerleyen yaşlarda ise para kazanabileceğin bir iş seçiyor ve buna göre eğitim almaya başlıyorsun. Ben gazeteciliği seçtim."
"Matbaada mı çalışıyorsun yani? Matbaanın ne olduğunu duymuştum."
Eski bilgilerimi hatırladım. Evet, matbaa bu yüzyılın başlarında icat edilmişti.
"Tam olarak öyle değil. Gazetenin ne olduğunu biliyor musun?"
Başını iki yana salladı.
"Önemli haberler ve önemli kişiler hakkında yazılar olan kağıt topluluğu. Ben, bu haberleri yazan, bu..." Doğru kelimeyi aradım. "Bu tür önemli insanlarla konuşup onların anlattıklarını yazıya geçiren, araştırmalar yapan birisiyim. İşimde iyiydim. Hatta iyi olduğum için başımı belaya soktum ve editörüm beni-"
"Editör?"
Aklı karışmıştı. Sikeyim. Anlayabilmesi için çok basit kelimeler kullanmam gerekiyordu.
"Bana iş veren biri gibi düşünebilirsin. Rütbesi yüksek. Her neyse, bana yeni bir iş verdi. Duyduğuna göre Brighton' daki kaleye giren insanlar kayboluyormuş. Ben de bunu araştırmak için oraya gittim. Açıkçası bu kayıplara inanmıyordum. Bu yüzden kolaylıkla içeri girdim ve etrafta dolaştım. Sonra küçük bir kapı buldum. Simsiyahtı."
"İçine girdin."
Yüzümü eğip birbirine kenetli olan ellerime baktım. Girmememi söylemiş ve ben onu dinlememiştim.
"Gözlerimi açtığımda ormandaydım. Sonra seninle karşılaştım. Bu nasıl mümkün olur hala anlamıyorum. Büyülü şeylere inanmam. Ama bu olanlar..."
"Hiçbir şey imkansız değil." dedi kenetli olan ellerimin üzerine kendi elini koyduğunda. "Kale bir cadı tarafından lanetlenmiş olabilir."
Dudaklarımda umutsuz bir gülücük oluştu. "Cadılara inanıyor musun gerçekten?"
"Sen inanmıyor musun?"
"Hayır, cadı diye bir şey yok."
"Var. Hatta birkaç cadıyla tanıştım bile."
Yine bir hata yapmıştım. Bu insanları kendi zihniyetime göre yargılıyordum fakat onlar tarafından bakarsam böyle büyülü hikayelere, büyücülere ya da buna benzer şeylere inanmaları imkansız değildi. Bilimsel düşünmeleri için daha çok ama çok vardı.
"Anlatmaya devam et."
"Olanları anlattım. Daha ne bilmek istersin?"
"Kendini anlat. Neler yaptığını, nasıl yaşadığını..."
Meraklı olması hoşuma gitmişti. Tüm ilgisi üzerimdeydi ve ağzımdan çıkacak olan her kelimeyi sabırsızlıkla bekliyordu.
"Pek düzenli bir hayatım yoktu. Ailemden ayrı bir apartman dairesinde yaşıyordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.