İlginç bir şekilde bugün herkes keyifliydi. Kahvaltı için gelen adamların servislerini hazırlarken onların neşeli yüzlerine bakıyor ve buna anlam veremiyordum. Hatta bazıları gelip bana selam bile vermişti. Neden mutlular? Ben neden onlar kadar mutlu değildim?
Dün gece kaptanın dudaklarına yapıştığımdan beri kendime gelemiyor ve sürekli yaptığım bu saçmalığı düşünüyordum. Midemde durmaksızın bir ağrı var. Bu ağrı, birazdan ona kahvaltısını götüreceğimden dolayı her geçen dakika daha da büyüyordu. Yüzünü gördüğümde ne bok yapacaktım? Ya da onun tepkisi ne olacaktı? Tekrar özür dilemeli miydim bilmiyorum. Ona, bu olayı çok düşünüyormuşum gibi bir izlenim vermek istemezdim. Daha da kötüsü şu an bile bunu düşünürken bu düşünceleri dağıtmak adına yanımda bana yardım eden Minik' le konuşmaya karar vermiştim.
"Herkes neden neşeli?"
"Ben de neşeliyim kadın." dedi Minik sırıtarak.
"Ama neden?"
"Bilmiyorum. Neden mutluyuz?"
Kendi tabağını almaya gelen Edwin konuşmalarımızı duyunca araya girmişti. "Portekiz gemisinde saklanmış bir sandık bulduk."
Aynı zamanda insanlara birkaç gece boyunca yetecek kadar lezzetli yemek ve bira fıçıları da Ölüm' ün ambarlarına yerleştirilmişti. Bu sabah güzel ve doyurucu bir kahvaltı vardı. Hatta ticaret gemisinden dört tane canlı tavuk bile alınmıştı. Benden onları kesip tüylerini yolarak pişirmemi bekliyorlardı muhtemelen. Asla ama asla bunu yapamayacağımı buradakilere söylemiştim. Bu nedenle öldürüp tüy yolma işini eski aşkı Scully halledecekti.
"İçi gümüş sikkeler ile doluydu Mariah. Kahvaltıdan sonra kaptan hepimize paylarını dağıtacak."
Oradan geçen Hamish çürük dişlerini gösteren kocaman bir gülücükle "Payımın hepsini fahişelere harcayacağım." diyerek korsan arkadaşlarına doğru yürümüştü. Şimdi anlıyorum. Zaten adamların çoğu birlikte olacakları fahişe tiplerinden bahsediyordu. Acaba... Ben de pay alacak mıydım?
Kaptanın kahvaltısını hazırlayıp tepsiyi alarak ambarı terk ettiğimde gergin adımlarla çalışma odasına doğru yürüdüm. Terliyordum. Utancımdan çoktan yanaklarımın kızıla boyandığının da farkındaydım. Planım, tepsiyi hızlıca bırakıp hiç göz teması kurmadan, hemen oradan çıkmaktı. Umarım bunu yapabilirdim.
Çalışma odasının kapısının önünde durduğumda rahatlamak için derin bir soluk bıraktım. Ardından kapıya vurmuştum. Sesini duyduğumda ise içeri girdim.
Her sabah olduğu gibi aynı yerinde oturuyordu. Ancak bir şeylerle ilgilenmek yerine bu defa gözlerini içeri girdiğim anda bana dikti. Beni bekliyormuşçasına. Parmak uçları düşünceli olduğunu belli edercesine çenesindeki sakallarındaydı.
Yüzümü yiyeceklere eğip hızlıca ona yaklaştım ve tepsiyi önüne bıraktıktan sonra sırtımı dönüp kapıya doğru ilerledim. Hiçbir şey söylememişti. Belki de umursamıyordu.
"Bu sabah günaydın demeyecek misin?" diye sordu kapı koluna uzanacakken.
Yüzümü buruşturup olduğum yerde durdum. Sonrasında ifademi normal hale getirerek -umarım öyle yapabilmişimdir- tekrar ona döndüm. Yüzünden herhangi bir düşünceyi anlamak mümkün değildi.
"Günaydın."
"Acelen mi var?"
"Kileri toparlamam lazım."
Sakalındaki parmaklarını oradan çekip eliyle kapıyı gösterdi. "Seni alıkoymayayım."
Başımı onaylar anlamda sallayarak oradan kendimi attığımda ambara doğru ilerledim. En azından dün akşam hakkında bir şey söylemediği için memnundum. Galiba bu olay hiç yaşanmamış gibi devam edecektik. Benim için en iyisiydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/225844970-288-k686139.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.